Wednesday, November 29, 2006

Yalnızlık Oyun Gibi Gelir

Kendimi yalnız hissediyorum.

Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum.

Hep bir yabancılık hissiyatı içinde yaşıyorum.
Hiçbir zaman bulunduğum yere ait hissedemedim kendimi. Nerede olursam olayım hep dışarıdan baktım, hep diğerlerinin uzağında oldum. İçlerinde gibi göründüm ama bu sadece yanılsamaydı.

Onların muhabbetlerine de yabancıydım. Ne dediklerini de anlamıyordum keza. Anlamsız sözcük grupları gibi geliyordu bana konuştukları. Hep aynı şeyleri tekrar edip duruyorlardı zaten. Onların dilini konuşmadığımdan olsa gerek hep onlara yabancıydım. Bir tanık gibi izleyip, gözlemledim. İlişkilerimiz bundan öteye de geçmedi hiçbir zaman.

Yine de umutlarımı yitirmeyerek aynı frekanslarda birini onların arasında bulabilirim diye aramayı sürdürdüm. Ama olmadı. Bana yakın gelen insanların da aslında bana ne kadar uzak, ne kadar yabancı olduklarını anladım. Hiçbir muhabbetimiz bir iki satırdan, üç beş cümleden öteye geçmiyordu. “Hı, hı,” diyip başımı sallamaktan başka yapacak bir şeyim yoktu onlar için. Ne kadar tuhaf gelir bana. Çocukluktan beri tanık olmuşuzdur bu duyguya. İlk defa biriyle karşılaşırsınız. Size ne kadar yakın ne kadar samimi gelir. Bir konuşmaya başlarsınız dünyayı unutuverirsiniz. Onunla konuşurken saatler ne kadar çabuk geçiverir. Her şey sıcak, renkli ve keyifli olmaya başlar. Ama sonra bir an gelir. Cümlelerin sonuna bir nokta konur. Sanki neredeyse tüm hayatı sığdırdığınız dakikalar bir anda bitivermiş, samimi dediğiniz insan size birden yabancı oluvermiştir. Adeta dostluğunuzun pili tükenivermiştir. Boksörün abandone olması gibi, duvara çarpmak gibi bir şok etkisi olur üzerinizde. Öyle arkalarından bakakalırsınız.

Soramazsınız, nereye diye. Giderler öylesine. Bütün bunların yalan olduğunu kendinize itiraf etmeniz için baya bir zaman geçmesi gerekir. Çok sonraları anlarsınız, bunun sadece anlık, sırf zamanı doldurmak için yapılan bir tecrübe olduğunu. Belki de bu yüzden aldatmalar daha çocukken başlar.

İşin aslı kimse neyin ne olduğunu bilmemektedir. Aslında hiçbir deneyim bir öncekini pekiştirmemektedir. Değişen sadece zamandır. Ondan ötesinde hep aynı saçmalıklar süregelir durur. Bir bakarsınız yıllardır can ciğer olan insanlar bir anda kanlı bıçaklı olmuşlar. Hiç bitmeyecek aşkların sonu gelmiştir. Arkadaşınız sizi arkadan vurmuştur. Çok sevdiğiniz insanlar sizin hakkınızda ileri geri konuşur. Sonunda ne olur? Hiçbir şey. Yine onlara dönersiniz. Ya da tümüyle bu ikiyüzlülükleri reddeder, benim gibi yalnız olmayı tercih edersiniz ki sanırım bunu yapabilen çok az insan var.

İşte bu nedenle asıl yalnız olmayı başarabilmek güçtür. Çünkü insanlar daima bir başkasının yanında olmasına muhtaçtırlar. Hava gibi, su gibi etraflarında birileri olmazsa öleceklerini düşünürler. Yaşadıklarının farkına ancak onların yanında varabilirler. Eğer dostları yoksa, hiç izlenmeyen bir filmin başrol oyuncusudur artık onlar. Kimse varlıklarının farkında olmaz.

O kadar bağımlılardır ki başkalarının bağımlılığına, terk edildiklerinde yaşadıkları şok inanılmaz acı verir onlara. Yaşam bir zehir, bir pislik haline gelir. Toparlanmaları çok zor olur.

Ben bu nedenle güçlü olduğumu düşünüyorum. Çünkü sırf kendi ihtiyaçlarım karşılansın diye başkalarının dostluğuna kucak açmıyorum. Ben demiyorum ki insanlar benden uzak dursunlar.

Eğer doğru olduğuna inandığım bir ilişki bekliyorsa beni, ona evet derim. Sadece temkinliyim.

Temkinli olduğum için de daha az yara alıyorum.

Hatırlıyorum da… Bir zamanlar ne çok aşık olurdum. Göz göze geldiğim, arkadaş muhabbetlerinde tanıştığım, internette sözleriyle beni etkileyen ne çok insana aşık oldum. Adeta aşık olmak için yaşıyordum. Yaşama nedenim aşık olabilmekti sanki. Ama her aşık olmak için yaklaştığım insan beni daha bir yaraladı. Çünkü tüm benliğimle onlara veriyordum kendimi.

Onların yanındayken tüm savunmalarım tamamen etkisizdi. Sanıyordum ki ben aşık olmak istersem onlar da bana aşık olabilecekti.

Sonradan anladım ki bu işler böyle olmuyor. Beklenti büyük olursa, acı da, sabırsızlık da o kadar büyük oluyor. Ben de nedensiz yere koşmaktan vazgeçtim. Ne için koşacaktım? Aşk mı?

Sanmıyorum. Böyle bir kelime türetilmiş, ama adından başka, varlığını kanıtlayan bir şey göremedim henüz. Aşığım diyenlerin de sözlerine itimat etmiyorum. Sonuçta onların içselindekileri göremediğime göre, gerçekten aşık olduklarını nasıl bileceğim? Hem aşkı hangi anlamda aldıklarına bir bakmak lazım. Aşık olmak için mi aşık olmuş yoksa? Belki de sadece kendi tarafından aşık olduğunu düşünüyordur. Aynı benim yaptığım hata gibi.

Açıkçası kendimi daha rahat daha özgür hissediyorum şimdi. Ödün vermediğim sürece yıkılma oranı da o derece düşük oluyor. Bir gün karşıma benim ona verdiğim değere eşit değer veren biri çıkarsa belki hay hay diyebilirim. Fakat sanıyorum ki bunun olması çok ama çok zor bir ihtimal. Sakın burnu büyük olduğumu düşünmeyin. Sadece kendimi iyi tanıyorum.

Çocukluğumda da böyleydi. Kimseyi sevmezdim, sevemezdim. Çünkü seviyorum dediğim insanlar beni sevmezdi. Daha ilkokul sıralarında en sevdiğim arkadaşlarım beni satmaya başladıklarında bunu anlamıştım. Galiba ben bir sevgi böceği değilim. Sırf onların erkeklik egolarını poh pohlayacağım diye etrafa yalandan sevgiler saçamazdım. Kızları da sevmezdim.

Daima ukala olurlardı. Bir bokmuşlar gibi sizi iter kakar, onlarla oynamak isteseniz kız mısın diye dalga geçerlerdi. Her şeyin sınırları belliydi. Ya onlardan, ya öbürlerinden olmak zorundaydınız.

Hiçbirine uymuyorsanız, yalnız kalmayı kabul edecektiniz. Ben de sonuncu şıkkı yeğledim. Ama bu eşcinsel oluşumdan değil, kendi benliğimdeki aykırılıktan kaynaklanıyordu belki de.

Eşcinsel olduğumu pek çokları gibi daha o zamanlarda hissederdim. İlkokulda böyle bir şey yaşamıştım. Benden belki bir yaş daha küçük bir çocuktu. Onu ne zaman görsem içim pır pır eder, karnımdan aşağı bir şeyler sürüklenirdi sanki. Bu hissin ne olduğunu anlayamıyordum tabii. Daha çok sihirli bir şeydi. Henüz pipisinin işemekten başka işe yaradığını bilmeyen bir çocuk olarak bunu ancak sihir diye tanımlayabiliyordum. Teneffüslerde gizliden gizliye onu takip eder, o nereye giderse ben de giderdim. Her teneffüs bunu yapardım. Ta ki o beni görene ve sonra da tersleyene kadar. Yani o anda kafamda ortasından kırılan bir kalp imgesi belirseydi şaşırmazdım. Aynen öyle olmuştu. Bu platonik aşk da böylece noktalandı.

İleriki yaşlarda yaşanan sevgiler de bir yerde bitmiyor mu? Ne kadar uzun, ne kadar tutkulu olsalar da bitiyor. Yaşamın yaşam olma nedeni belki de bu. Yine de yaşamı reddetmek, ona başkaldırmak, yalnız olmak demek. Beni bu yüzden kalabalıkların içinde pek göremezsiniz.

Varlığımdan ailem dışında çoğunluk haberdar değildir. İşin garibi, bu satırlara tesadüf eden sizler benim ne düşündüğümü biliyorsunuz artık. Beni tanımıyorsunuz, ama şu satıra kadar beni okudunuz. Bunun da tuhaf bir çekiciliği olduğunu söyleyebilirim. Ünlü değilim ancak buraya kadar gelebildiyseniz bu bile bir şeydir. Ki bazılarının ünlü insanların yazdıklarına önem vermesini anlamıyorum. Ünlü olmak okunmak için bir geçerlilik nedeni değildir ki. Daha eline kalem almamış bir şarkıcı yazmaya başlasın, insanlar onu, saçmalıklar sıralasa da okuyacaktır.

Bence bunun değeri yok. Ancak bu halimle ben, zihninizde bir anlam ifade edebildiysem, bu benim için yeterli bir haz kaynağı. Yaşam da böyle değil mi zaten? Farkına varılın ya da varılmayın elbette bir gün bitiyor, siz hak ettiklerinizi elde etseniz de etmeseniz de…

GayGaye/Editör

No comments: