Wednesday, November 01, 2006

Kutluğ Ataman













Kutluğ Ataman'la söyleşi: “Nerde saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu”

Karanlık Sular
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Gönen Bozbey, Metin Uygun, Semiha Berksoy
Türkiye-ABD, 1994, 83’

Kutluğ Ataman'ın ilk filmi olan Karanlık Sular, yalnızca Batı standartlarındaki teknik kalitesiyle değil, korku-gerilim türünü gizemli ve karanlık bir İstanbul hikayesiyle birleştirmesiyle de dikkat çekiyor. Sessizce vizyona giren ve aynı şekilde beyazperdedeki yolculuğu sona eren bu filmi izleme şansı bulanlar, söyleyecek çok şeyi olan bir sinemacıyı keşfetmenin şaşkınlığını da yaşamışlardı. Adeta şehir efsanesine dönüşen bu Kutluğ Ataman ‘hazinesi’ artık DVD'de.

Lola+Bilidikid – Yönetmen Kurgusu
Lola and Bilidikid
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Baki Davrak, Erdal Yıldız, Gandi Mukli, Celal Perk
Türkiye-Almanya, 1998, 93’

Murat 17 yaşında Berlin’de doğup büyümüş Türkiye kökenli bir gençtir. Bir gün, yıllar önce evden kovulmuş bir abisi olduğunu öğrenir ve Berlin’in karanlık sokaklarında onu aramaya başlar. Ancak, onu bir sürpriz beklemektedir: Abisinin adı ‘Lola’ olmuştur, Berlin gecelerinin süslü çocuğu Lola... Kutluğ Ataman’ın değeri bilinmemiş filmi Lola+Bilidikid, yönetmenin kurgusuyla şimdi de DVD’de! Arşivde yerini almalı.

İki Genç Kız
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Feride Çetin, Vildan Atasever, Hülya Avşar
Türkiye, 2005, 103’

Perihan Mağden'in İki Genç Kızın Roman adlı romanından uyarlanan film, farklı sosyal sınıflardan gelen ama aynı sorunu aidiyetsizliği paylaşan Behiye ile Handan’ın öyküsünü anlatıyor.

Kutluğ Ataman’ın filmleri de yavaş yavaş DVD raflarında yerini almaya başladı. ‘İki Genç Kız’dan sonra, Ataman’ın ilk filmi ‘Karanlık Sular’ ile bir eşcinsel filmi klasiği haline gelen ‘Lola+Bilidikid’ de satışta! Kaos GL'den Uğur Yüksel, Ataman’la ‘Lola+Bilidikid’ ağırlıklı bir sinema sohbeti gerçekleştirdi.

KAOS GL

Söyleşi: Uğur Yüksel

‘Karanlık Sular’, Kutluğ Ataman’ın ilk filmi. Reha Erdem’in ‘A Ay’ filmi gibi neredeyse bir şehir
efsanesine dönüşen film, yalnızca Batı standartlarındaki teknik kalitesiyle değil, korku-gerilim türünü gizemli ve karanlık bir İstanbul hikayesiyle birleştirmesiyle de dikkat çekiyor.
‘Lola+Bilidikid’ ise şimdiye kadar kötü kopyalarla elden ele dolaşan bir başka ‘Kutluğ Ataman efsanesi’ydi. Nihayet temiz bir kopyasını izleyebileceğimiz film, “yönetmenin kurgusuyla” DVD’de!

1998 yapımı ‘Lola+Bilidikid’, Murathan Mungan’ın “Aşkın Gözyaşları ya da Rapunzel ile Avare” öyküsüne benzer bir tat bırakan, içinde pek çok öyküyü de barındıran bir film: “Yaban topraklarda yaşamaya çalışıyoruz” diyen Türkiyeliler, ‘itibarımız önemli’ diyen donuk burjuva sınıfı, Türkiyelilerden nefret eden naziler, aile içi tecavüz, geyler, travestiler, parklar, tuvaletler ve Berlin geceleri…. Bu kadar çok öyküsü olup da böylesine bütünlüklü bir film ortaya çıkarabilmek kolay iş değil.
Ve, Kutluğ Ataman öyle düşünmese de, doğru düzgün bir eşcinsel sineması geleneği olmayan Türkiye’de ‘Lola+Bilidikid’ bugüne dek yapılmış en iyi “eşcinsel filmi”.
“Bir filmle dünya değişmez”

• ‘Yönetmenin kurgusu’ alt başlığıyla sunuldu L+B DVD’si. Sinemada izlediklerinden farklı bir şey mi görecek seyirci? Yoksa bu kurgu, filmi daha da özgürleştiren bir şey mi oldu?

Hikaye ana hatlarıyla aynı kalsa da anlatılış şekli değişmiş oldu. Bu filmi yapalı çok zaman geçmişti. Benim yönetmenlik ve kurgu anlayışım o zamandan bugüne değişti. Buna göre uyarladım. Filmi ilk yaptığımda bir gün gelir yönetmen kurgusu yaparım düşüncesiyle bu hakkı muhafaza etmiştim. Şimdi bunu kullanma ihtiyacını hissettim. Film eskisine göre çok daha hızlı akıyor şimdi.

• Lola+Bilidikid’in Türkiye’de yeterince tartışılmadığını, konuşulmadığını düşünüyorum. Sinema çevresi ve eşcinsel gruplar bu filmin farkına vardı mı? Sahiplendiler mi?

Türkiye'de bu film ilk çıktığı vakit eşcinsellik konuları henüz tabu konulardı. Şimdi de bu çok değişmiş değil ama gene de o zamanlar durum çok daha vahimdi. Şöyle söyleyeyim: İnsanlar gündüz sinemada bu filmi görmeye çekiniyorlardı, gişe önünde görülürler diye. Gece gidiyorlardı. Sanırım bugün sinemalara tekrar çıksa çok daha fazla ilgi toplar. Tabii bir de eşcinsel örgütlerinin o zaman pek bir gücü, varlığı yoktu. Kaos GL vardı ama bu kadar organize değildi. Bu örgütlerde eşcinsel özgürlükleri savunan yöneticiler bile isimlerinin açıkça basına çıkmasından haklı olarak çekiniyorlardı. Haliyle, isteseler bile tam anlamıyla sahiplenemediler, sahiplenemezlerdi. Şimdi yavaş yavaş bunların değiştiğini görüyoruz. İnsanlar göreceli olarak daha serbest, en azından büyük şehirlerde. Lola+Bilidikid bütün bu zorluklara rağmen Türkiye'deki eşcinsel hareketi için çok şey başardı, ama abartmayalım: Bir filmle dünya değişmez.

• Türkiye sinemasında travesti ve transeksüellerin öyküsü ilk kez anlatılmıyordu. Atıf Yılmaz’ın ‘Gece, Melek ve Bizim Çocuklar’ı, sonra Orhan Oğuz’un ‘Dönersen Islık Çal’ı... Ama L+B, travestilerin ‘gerçek’ olabileceğini anlatmayı başaran ilk film oldu. Ve siz L+B’nin o filmlerden asıl farkını “Benim eşcinsel olmam” diye açıklamıştınız. Buna ben de inanıyorum ama bu yeterli mi sizce?

Tabii ki değil. Hangi konuyu anlatırsanız anlatın, her şeyden önce ev ödevinizi çok iyi yapmanız gerekir. Yani araştırıp bulacak ve o hayatın içine dalacaksınız. Yoksa her şey fantezi noktasında tıkanıp kalır. Ama şunu da belirteyim: güzel ve tutarlı bir eşcinsel filmi yapmak için mutlaka eşcinsel olmanız, veya kadınları anlatan bir film için mutlaka kadın olmanız gerekir diye bir şey iddia edemeyiz. Önemli olan, konuştuğumuz konular hakkında yeterince bilgili olup olmadığımız.
“Fil Adam görünümlü bir toplumumuz var”

• Filmde de görüyoruz ki Batılı bir ülkede olmak baskıyı azaltmıyor. Türkiye’de kadınlara ve eşcinsellere davranış, onları algılayış biçimi Batılı bir ülkeye gidildiğinde de pek değişmiyor. Erkeklik denilen şey orada da kırılmıyor. Bunu engelleyen ne?

Kültürün kendine olan güvensizliğinden dolayı korkakça davranıp değişime açık olmaması, toplumun kendi fertlerine güven duymaması ve buna bağlı olarak otoriter eğilimlere yönelmesi… Bütün bunlar sayabileceğim nedenlerden sadece birkaçı. Günün sonunda hâlâ töre cinayetlerinin, azınlıklara karşı korkuların, ırkçılığın ve milliyetçiliğin olduğu bir ülkede homofobinin tamamıyla ortadan kalkmasını henüz tahayyül edemeyiz.

• Lola gerçek bir travesti değil bence. Pek çok öyküden bildiğimiz ve büyük kentlerde de olsa asıl yereldeki pek çok eşcinselin “eşcinseller kadın ve erkek rollerini oynamak zorundadır” algısıyla yola çıkmış sanki. Bili ile tanışıp ona aşık olduktan sonra da bu rolü üzerinden atamamış. Film boyunca Bili’ye karşı koyuşu ve ‘olduğu gibi olmak’ isteği de bu rolden artık sıkıldığını gösteriyor. Lola benim için bir erkeğe aşık bir erkek. Sizce?

Bu filmi yaptığım zaman, Türkiye'de birçok travestinin aslında travesti olmaması gereken, gey erkekler olarak yaşamaları gerekirken gerek toplumdaki baskı gerek kendi içselleştirmiş oldukları homofobi yüzünden, yani “ibne olmak ayıp, ben kadın olmalıyım” içgüdüsüyle, gerekse de sadece fuhuş yoluyla hayatlarını kazanabildikleri ve bu yüzden kadın kılığında sokağa çıktıkları bir zamandı. Bu hâlâ böyle olmasına rağmen belki şimdi yavaş yavaş değişiyor. İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde de bu böyleydi ve izlerine hâlâ rastlamak mümkün. Biz farklı değiliz. Belki bir gün bir tarihçi bu sosyal olgunun tarihini araştırıp yazacaktır. Lola, özellikle gey kardeşi Murat'la karşılaştıktan sonra onun etkisiyle içinde bulunduğu bu durumdan yavaş yavaş sıyrılıp kendini bulmakta olan, değişen, değiştiği için de Bili karakteriyle çelişen bir karakter.

• Filmde gördüğümüz travestiler şov yaparak geçinen kişiler. Türkiye’de bugün bile travesti ve transeksüeller için böyle bir şeyin gerçekliği yok. Bunun nedeni ne sizce?

Tek tük de olsa örnekleri yok değil ama haklısın. Avrupa ülkelerindeki “drag” geleneği bizde sadece Huysuz Virjin tarafından başarıyla sürdürülüyor ama gel gör ki Huysuz Virjin “Gey değilim” diyor. Olabilir. Zenne geleneğimiz var ama drag’de olduğu gibi gey kültürün parçası değil ya da öyle değilmiş gibi yaşanıyor. Bizdeki travestilik aslında tam anlamıyla travestilik değil çünkü kıyafet değişiminin ötesinde, bazen ameliyat-öncesi transeksüellik (mesela hormonla göğüslerin büyütülmesi vs.) de olabiliyor. Bütün bunların ayrı ayrı incelenip insanların anlaşılması gerekiyor. Ben, eğer bir gün gelir Türkiye demokrasiyi ve insan haklarını içselleştirmiş bir toplum olursa, ki er veya geç olacaktır, o zaman her şeyin daha az çetrefilli ve anlaşılabilir olacağına inanıyorum. Halihazırda Fil Adam görünümlü bir toplumumuz var. Sadece gey+lezbiyen+trans topluluklar için değil her konuda Fil Adam görünümlü. Ama yavaş yavaş iyileşiyor. Benim anladığım travestilik insanların karşı cinsin kıyafet kodlarını benimsemesi, bundan haz duymasıdır ki bunun için gey olmak gerektiğini düşünmüyorum. Düz erkek, düz kadın, ya da lezbiyen de olabilirsiniz. Bunlar ayrı ayrı şeyler. Erkekten kadına geçmiş transeksüel lezbiyenlerin olabileceği gibi… Türkiye bunları nasıl anlar? Zamanla. Göre göre, duya duya, konuşa konuşa, ve tabii ki yargı yoluyla değil saygı yoluyla. Önce bunlar bir hallolsun, show’lara nasıl olsa sıra gelir.
“Ortaya çıkın ve var olmaya başlayın”

• Türkiye sinemasında eşcinsel kültür ve yaşama dair en iyi örnekleri vermiş yönetmen sizsiniz.

Gerek ‘Karanlık Sular’ gerek ‘Lola+Bilidikid’ olsun ve tabii ki ‘İki Genç Kız’, içeriden bakmayı bilen birisinin dilini taşıyan filmlerdi. Ama siz bu iki film için “eşcinsel sineması örneği” nitelendirmesinden özellikle kaçınıyorsunuz? Eşcinsel sineması nedir ki bu iki filmi dışarıda tutuyorsunuz?

Bilmem. Zaten benim için de sorun bu olduğu için tam cevap veremiyorum. 1980’li yıllarda batıda gey filmi yapmak ve hatta gey festivallerin oluşturulması bir mücadelenin sonucu olarak başarıldı. Gel gör ki 2006’da bu festivaller birer gettoya dönüştü, yanı ne kadar güzel bir film yaparsan yap, sen git gey film festivalinde göster diyebiliyorlar. Yani duvarı inşa ederken, biz güvercinler için güzel güzel güvercinlikler yaptılar, hatta yaptık. Ama şimdi görüyoruz ki bu güvercinlikler tünemek için; duvarı geçmek için değil. Duvar hâlâ orada. İşte bu yüzden ben yaptığım filmlere etiket takmak istemiyorum. Kişiler olarak gey olduğumuzu, Kürt, Arap, Türk olduğumuzu açıkça söyleyebilmeliyiz, ama yarattığımız eserleri sınırlandırmamız, paketleyip bir şekilde sınırlandırmamız acaba gerekiyor mu? Bunu yaparak kendi kendimize bir tuzak mı hazırlıyoruz yoksa?

• Video yerleştirmeleriniz sinema filmlerinizden daha çok konuşuldu, Türkiye’de olmasa da yurt dışında ödüllere boğuldu. Mutlu musunuz, kızgın mı?

Tabii ki çok mutluyum. Ben hiçbir zaman kendimi herhangi bir ülke sınırları içine hapsetmedim. Benim yayın alanım dünya. Bu en başından beri böyle oldu. Sanat, sinema, benim için fark etmiyor. Sesimi duyurabiliyor muyum, yayın yapabiliyor muyum, dünyaya müdahale yapabiliyor muyum, etkili olabiliyor muyum, beni ilgilendiren bu. Dünya olarak baktığımda hem sinema alanında hem de sanat alanında kendi sesimi duyurabildim. Bu beni mutlu ediyor.

• Türkiye’de kimilerince pornografik olarak nitelendirilen ‘Ruhuma Asla’ ya da ‘Peruklu Kadınlar’ video çalışmalarınız da bir şekilde Türkiye’deki eşcinsel kültüre gelip dayanıyor.

Evet.

• Eşcinsel kimliğiyle açık yaşayan bir sanatçısınız. ‘Ünlü’, ‘tanınmış’ isimlerin kimliklerini açıklamalarının doğru olduğunu ve bunun bir şeyleri değiştirebileceğine inanıyor musunuz?

Tabii ki. Size şu kadarını söyleyeyim, şimdiye kadar kimse benim suratıma tükürmedi, benim yüzüme kötü bir şey söylemedi. Ama gün geçmiyor ki genç bir erkek veya kadın beni sokakta durdurmasın ve yaptığım işler için bana teşekkür etmesin, onların hayatını nasıl etkilediğimi bana anlatmasın. Ben başta kendimi riske atıp kim olduğumu açıkladım. O zamanların Türkiye’sinde zor oldu ama oldu. Kimseye nasıl yaşaması gerektiğini söyleyemem. Ama tavsiye edebilirim: ortaya çıkın ve var olmaya başlayın. Tabii gereksiz yere kendinizi tehlikeye atmadan, ama riske girerek.

• Şimdi sırada ‘Palto’ var. Nasıl bir çalışma bu?

Çocuk filmi. Komik. Eğlenceli. Şimdiye kadar yaptığım en apolitik iş.

• Ve son bir soru: Murat ve annesi bugüne neredeler ve ne yapıyorlar?

Annesi Almanya’da oturuyor ve Lola'yı özlüyor, ama Murat'ı da çok seviyor ve onunla gurur duyuyor. Murat'ı sana sormalı: Nerede saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu.

1 comment:

gaykedi said...

Lut Kavmi, Darwin, Eşcinseller ve Dinazorlar !

maille bana uyarı yollu sorulan Lut kavmini bilip bilmediğim sorusu üzerine ;

...Evet biliyorum peki sen Nuh kavminin hikayesini biliyor musun ? beni bu masal Lut kavminin hikayesinden daha çok eglendirir, hele din adamlarının, Nuh'un gemiye sığmadığı için dinazorları yanına almadigini ve nesillerinin bu yüzden tükenmiş olması iddiası beni kafadan kopartır :) ben secmek zorunda kalsam islam şeriatı yerine papanin bugünkü teokrasisinde yaşamayı tercih ederim, şu an en azından islam şeriatından cok daha bilimle barışık ilerici olduklarını papanın evrim teorisini bile, evet evrim vardir ama tanrının izniyle olmuştur çekincesiyle kabul ettigini, dinimiz hoş karsilamiyor ama genede eşcinsellere bir insan olarak sevgiyle yaklaşmamiz aciklamasi yaptiğini biliyorum. Evet papa evrim teorisini kabul etti cünkü bu gercegi inkar ederek müslümanlara göre cok daha egitimli hiristiyanları dinden biraz daha sogutmak istemedi..

evrim teorisine inanmıyanlar, biyoloji tıp ve genetik bilimine de inanmıyor demektir, apandistleri patlayınca doktora degil bir imama gitmelerini tavsiye ederim, böylece öbür dünyaya daha cabuk ulasirlar ! ve düsünmeniz icin kücük bir hatirlatma daha, acaba islam ülkelerinin bir çoğu neden bütün insanların cinsiyet, din, dil, ırk, bakımından eşit olduğu fikrini savunan insan hakları evrensel beyannemesini kabul etmiyor dersiniz..islama göre erkeklerin, sonra kadınların ve en sonunda gavurların, eşcinsellerin geldiği için olmasın...bence dinin her dediğine inanmadan önce Mevlana gibi gönül süzgeçinden bir geçirin derim...ve not hemen ateistlikle suclamayin, atesit degilim ve merak ederseniz size kendi Tanri inancim hakkinda daha önceki bir yazima link veriyorum...Gaykedi

http://gaykedi.blogspot.com/2006/08/tanry-bulutlar-zerinde-oturup-aay.html