Friday, January 05, 2007

James Dean













www.jamesdean.com

Zeki Müren












Bu memlekette Zeki Müren'i tanımayan eşcinsel var mıdır, bilemiyorum. Pek çok arkadaştan da dinledim: Yıllarca kendisi gibi birini bulamadıkları için kendisinden başka bir Zeki Müren bir de Bülent Ersoy'un olduğunu ve başka birinin olmadığını düşünmüşler. Bu milletin en çok sevdiği sanatçıların başında gelir Zeki Müren. Kendisi bir eşcinseldir! Diğer en çok sevilen bir sanatçı ise Bülent Ersoy'dur. O ise bir transeksüeldir! En çok sevilen iki sanatçıdan birinin eşcinsel diğerinin transeksüel olmasından hareketle, söz konusu hayranlığın, sosya-kültürel ve sosyo-psikolojik çözümlemesini yapmaya kalkışmak gibi bir niyetim bulunmuyor. Zeki Müren'in son günlerde gerçekleştirdiği iki bağışa değinmek istiyorum.
Zeki Müren, iki vakıf'a muazzam miktarlarda bağışta bulundu. (Gerçi, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik süreçte çok da büyük bir miktar sayılmazmış. Tabi miktarın bizim açımızdan bir önemi bulunmuyor.) TED Vakfı'na ve Mehmetçik Vakfı'na olmak üzere yüzer milyar bağış gerçekleştirdi. Büyük olasılıkla vasiyetini de hazırlamıştır. Kilosunun çok artması ve sağlık durumunun kötülemesi sonucu -eh, yaşı da gelmiştir herhalde!- belki de yakın zamanda "beyaz kanatlı bir martı" gibi uçup gidecektir bu dünyadan. Yine de Allah geçinden versin ama bir gün öldüğünde, "toprağı bol olsun" demek için kendimi fazlasıyla zorlamam gerekecek!
Zeki Müren'in yüzer milyarlık bağış yaptığı kurumlardan biri EĞİTİM diğeri ise ORDU! Bir eşcinselin, hele hele bir erkek eşcinselin, bu iki kuruma ne gibi bir "borcu" olabilir? Bir eşcinseli sancılayan, yaralayan, aşağılayan, hayatı ona zehir eden ve belki de intihara kadar sürükleyebilen bir başka kurum var mıdır? Bu iki kuruma bağış yapan bir eşcinsel nasıl bir vicdana ve nasıl bir ruh haline sahiptir?
EĞİTİM Kurumu, eşcinselliğin inkarı üzerine kurulmuştur. Eşcinsel bireyi yadsır. İnsanı küçük yaştan kıskacına alan bu kurum, onun eşcinsel olabileceğine olasılık bile tanımaz ve önceden ve dışarıda saptanmış kalıpları dayatır. Eğitim Kurumu için eşcinsellik, Gelişim Psikolojisinde bir 'sapma', seksüel patoloji'de ise bir 'hastalık'tır. Eğitim Kurumu eşcinselliği, heteroseksüel toplumsallaştırma ile yok etmeye çalışır. Eşcinsel birey, buna direnebilirse, onu dışlar ve aşağılık bir durum olarak gösterir. Hayatın en güzel yıllarını eşcinsellere zehir eder; heteroseksüel toplumsallaştırmada "başarılı" olan insanların devreye girmesiyle de eşcinselleri okulda, sokakta ve hayatın her alanında tecrit eder.
Hiç olasılık tanımamakla birlikte başka şeyler de akla gelebilir. Huysuz Virjin'in heteroları aşağılaması ve onlara küfretmesi gibi Zeki Müren de toplumdan öç alıyor olabilir mi? "İstersem hepinizi satın alırım!" Sanmıyorum ve eksik olsun! Üstelik kapitalist toplumda paranın nereden ve nasıl geldiğinin hiç önemi yoktur.
ORDU Kurumu ise "erkeklik"i yüceltir ve kadınlığı ve kadınsılıktan hareketle "ibneliği" sürekli aşağılar. Bir eşcinselin Ordu'da, bok böceği kadar değeri yoktur. Üstelik Ordu, bir eşcinsel için, eşcinsel olarak ulaşması mümkün olmayan bir lütuftur. Eğer Eğitim Kurumu başarılı olamadıysa, Ordu bir başka yol dener. Eşcinseli insan yerine koymaz (erkek ise hiç değildir!) aşağılar. Eşcinselin ruhuna ve kişiliğine saldırır. Hakaret eder, değersizleştirir.
Bütün bunları Zeki Müren yaşamadı mı? Pek çoğunu yaşamamış olsa bile, bilmiyor mu? Bugün ortaokul ve lise öğrencisi eşcinsel gençlere, "top", "homo"nun yanı sıra kendi adının da bir küfür olarak -"Zekiii"- yöneltildiğini bilmiyor mu?
Peki, nasıl açıklanır bu durum? Benim aklıma "köle ruhu"ndan başka bir şey gelmiyor. Kölenin efendisi ile olan bu rezil ilişkisi, midemi bulandırıyor. Heteroseksist sömürgeci güçler, onu her zaman 'gülümseyerek' anacaklar! Acı çeken genç eşcinsellerin ve tek başına kalmış yaşlı eşcinsellerin, onu hiç de iyi anacaklarını sanmıyorum. (Gullüm'lerde belki!)

Tarkan ve daha fazlası






Acaba "heteroseksüeller" için de şöyle bir genelleme yapılabilir mi: Otoriter eğimlilerde homofobi (eşcinsel alerjisi) yaygındır.

Tarkan'ın mevcut görüntüsüyle gençlere kötü örnek olduğunu söyleyen Gül, iyi ki milattan önce yaşamamış; yoksa Atinalı eşcinsel filozof Sokrates'i de öğrencisi Platon'a kötü örnek olduğu gerekçesiyle yola getirmeye kalkar ve kendi dayandığı sağcı düşünüşü, felsefi dayanaklarından yoksun bırakırdı.

Komutan olsa, sırf erkeklerden hoşlanıyor diye Büyük İskender üzerine seferler düzenler, fetihleri engelleyerek insanlığın rotasını değiştirirdi.

Allah muhafaza, Rönesans devrinde yaşasa Michelangelo, "Davud" heykelini yapamazdı, Leonardo da "Mona Lisa" tablosunu...

Shakespeare'i eşcinsel diye linç ettirmiş olacağından edebiyat tarihinde "Kral Lear" diye bir başyapıt da olamazdı.

Gül, 19. yüzyılda yaşasa Oscar Wilde'ı eşcinsel ilişkiden yargılayan jüride yer alırdı hiç kuşkusuz...

Andre Gide'i hem erkekleri seviyor, hem de Marksist diye iki kez astırır, Marcel Proust'u bir erkek genelevi kurma fikrinden dolayı meydanda yaktırırdı.

Muhtemelen lezbiyen ihbarıyla Florence Nightingale'i şifa dağıttığı hastaneden kovdurur, Virginia Woolf'u intihar için seçtiği Ouse Nehri'nde boğdururdu.

Düşünsenize, insanlık tarihine Gül gibiler hükmediyor olsa Tchaikovsky "Pathetic Senfoni"yi, Foucault "Deliliğin Tarihi"ni yazamayacaktı.

Pasolini "Sodom'un 120 Günü"nü çekemeyecek; Rock Hudson "Dev"de, Marlene Dietrich "Sarışın Venüs"te oynayamayacaktı.

Kortlarda Martina Navratilova'yı, sahnelerde Rudolf Nureyev'i izleyemeyecek, Freddie Mercury'yi dinleyemeyecektik.

Gül'ün inançlarını zedelememek için Türklerin ve Müslümanların mahrem tarihine, "Bahname"lerdeki "civan" tasvirlerine, "Dellakname"lerdeki hamam sefalarına, saraydaki "sakal besteleri"ne girmiyorum bile...

Türk gençlerine kötü örnek olmasından korksak, "Ey tanrısal Şems, senden gebe kalmış gönlüm" diye mısra döktüren Mevlana'yı nasıl okullarda okuturduk?
İtiraf edeyim ki, ben Tarkan'ın kliplerinde zararlı bir "sapma" görmüyorum, ama mesela Che şapkasıyla kurt işareti yapanlarda ya da TV yayınında parlattığı bakana program arasında küfredenlerde ciddi sapmalar müşahede ediyorum ve bunların gençlere çok kötü örnek olduğunu düşünüyorum.

Neyse ki, insanlık uzun mücadeleler sonucu farklı cinsel yönelim ve davranışları lanetlemekten vazgeçti ve tepkiler, insanları cinsel farklılığından dolayı yargılayan otoriter norm koyuculara döndü.

Öyle olmayıp da Gül gibiler kazansa, dünya pek pirüpak ve külliyen heteroseksüel bir diyar olacaktı kuşkusuz, ama emin olun aynı zamanda çok sıkıcı ve kavruk bir gezegen olarak tarihe geçecekti. Hepimiz tam anlamıyla "Gül gibi" yaşayıp gidiyor olacaktık.

Neyse ki tarihte sadece Gül gibiler değil, Tarkan gibiler de var oldu ve insanlık onlar sayesinde, farklılığın zenginliğini ve yaratıcılığını keşfedebildi.

Belki de o yüzden - ve ne mutlu ki - bugün dünyada Türkiye denince akla Mehmet Gül değil Tarkan geliyor”


...


Evet, Can Dündar Mehmet Gül’e ve onun gibi düşünenlere böyle cevap vermişti. O zaman Tarkan da kendisine eşcinsel dendiği için çok üzülmüş, kızmış, kendisine hakaret kabul edip
dava açacağını söylemişti. Mehmet Gül’e cevap verirken bir milletvekilinin din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaması gerektiğini söyleyerek ince bir mesaj vermişti. Fakat Tarkan açık açık “ben eşcinsel değilim” dememişti. Sonradan Mehmet Gül üzgün olduğunu söyledi olay ‘tatlıya bağlandı’. Tarkan ve Mehmet Gül için sorun kalmamıştı artık.

Oysa işin acı tarafı bir tarafa bırakılmıştı. Bir kere Tarkan’ın kendisine eşcinsel denilmesini hakaret sayması aslında eşcinsellere yapılmış bir hakaretti. Tarkan isteyerek ya da istemeyerek eşcinsellere en büyük kötülüğü yapmıştı.

İşin bir başka yönü ise o zaman kesin bir dille eşcinsel olmadığını söylemeyen Tarkan şimdilerde, hiçbir zaman eşcinsel olmadığı şarkısını terennüm etmekte, eşcinselliği bir hastalık olarak görmekte, tedavisi içinde –nereden biliyorsa ve bu konuyla özel olarak neden ilgilenmişse bilinmez- tıbbi reçeteler veriyor. Tarkan’dan eşcinsellere bu ikinci darbe.

Öyle ya o kadar hayranı bir anda bir kenara bırakıp, çaresiz, ümitsiz insanların duygularına tercüman olmak, onların sorunlarını gündeme getirmek Tarkan’a milyon dolarlar kazandırmaz.

Oysa Tarkan konumunu kullanarak eşcinseller hakkındaki önyargıları, tabuları, yanlış bilgileri yıkmada büyük bir rol oynayabilirdi. Yapmadı kolayı seçti.

Sen yine “büyük aşk yaşadığın” sevgililerinle hep ekranlarda olacaksın. Ama şunu bil ki benim gönül ekranımda parazitli bir görüntü ile yaşayacaksın.


...


Gelelim Ebru Gündeş ve Bülent Ersoy’un Popstar’da yaptıkları ‘kırık’ tartışmasına…
Önce ekşi sözlük’te notfate rumuzlu kişinin konuyla ilgili şu yorumuna dikkatinizi çekmek isterim:
“Bülen Ersoy, dün geceki popstar alaturka finalinde Ebru Gündeş'le bir yarışmacının cinsel kimliği hakkında sürtüşüp, hiddetten daha da gürleşen o sesiyle salonu sallayan ve ilk defa taşıdığı çoğu kişi tarafından olumlu anlamda görmezden gelinen transeksüel kimliğine sahip çıkarak üstü kapalı da olsa jüriye köpürmüş ama tam da taşı gediğine koyamamıştır. Olayın gelişimi ise şöyle olmuştur: 20'li yaşlarda bir erkek yarışmacının küpesi üzerinden doğan polemik, Bülent Ersoy'un biraz kırık, azıcık kırıtan bir yarışmacının finale bırakılmaması üzerine jüri grubuna yüksek sesli sitem etmesiyle devam etmiştir. Ebru Gündeş'in bir popstarın her açıdan örnek olması gerektiğini izah ederek yarışmayı küçük çocukların da izlediğini belirtmesi üzerine Bülent Ersoy celallenmiştir. Oturduğu yerden kalkıp sahneye doğru ilerleyerek "ne varmış çocuk azıcık kıvırtıyorsa, Allah onu öyle yarattı diye bir tokat da bizim mi atmamız gerekir, çocuk harika okuyordu" şeklinde feveran etmesi karşısında Bülent Abla'ya sonsuz saygısı olan grubun alttan almasıyla tırnak içinde tatlıya bağlanmıştır.

Burada aslında işin ilginç olanı, sesi güzel olmasına rağmen durusu pek de erkeksi bulunmadığı için elenen yarışmacıyı tasvir ederken eşcinsel dememek için bin bir yola başvuran jüri üyelerinin kırmak ve kıvırmak fiillerinin türlü versiyonlarına başvurarak olayı anlatmaya çalışmalarıdır. Bahsi geçen yarışmacının cinsiyeti yüzünden dışlanıp dışlanmadığı tartışması sürerken de kimse -bilerek ya da bilmediği için- aslında söz konusu olanın cinsiyet değil cinsel kimlik olduğuna değinmemiştir ve en acısı Bülent Ersoy yeni neslin ruh sağlığı açısından o yarışmacıyı zararlı bulan Ebru Gündeş'e karşı "kıvırtmanın, kıvırmanın, azıcık kıvrak olmanın" ya da onların anladığı ifadeyle "farklı cinsiyetteymiş gibi davranmanın" programı izleyen çocuklar tarafından özenilerek edinilecek bir özellik olmadığını söyleyememiştir. "O çocuğu sırf azıcık kıvırıyor diye eledin! Şimdi gece nasıl rahat uyuyorsun!" diye ebru gündeş'e yüklenirken, "sahneden beni saatlerce ayakta alkışlıyorsunuz, yeri geldiğinde şarkılarımda gözyaşı döküyorsunuz. Eğer eşcinsel, travesti ve transseksüel kimlik özenerek ya da özendirilerek elde edilseydi, hepinizin benim peşi sıra gelmeniz gerekirdi!" diye ayar vermesini bekledim Bülent Abla'dan. Olmadı. Lafı dönü doladı, dini argümanlar kullanarak sırf Allah yarattığı için o bireylerin dışlanmamaları gerektiğine değindi, azıcık kıvırtmanın kimseye zarar vermeyeceğini söyledi, Zeki Müren'den örnek verdi ama ağzındaki baklayı tam olarak çıkaramadı ne yazık ki. Arada durakladı, lafa baştan girdi ama o toplum'a unutturmayı ya da kabul ettirmeyi "başardığı" transseksüel kimliğini mevzuya dahil ederek devam edemedi. Ve bu da naçizane bir burukluk uyandırdı bende”

Yazarın söylediklerine katılmamak mümkün değil. Bu arada Bülent Hanım eskiden kendisinin yaşamış olduğu sorunları yaşayan binlerce eşcinsellere, transeksüellere bu kadar nasıl uzak kalabildi. Ne olurdu bazı insan haklarından yoksun bu insanlarla ilgilenseydi. Ne olurdu sırf iş bulamadıklarından, dışlandıklarından bataklıklarda çürümeye terk edilen bu insanlara insanca bir yaşam için pırlantalı ellerinden birini uzatsaydı.

Peki, acaba yarışmada efemine konuşmalarıyla, davranışlarıyla dikkat çeken Armağan Çağlayan’ın sivri diline ne olmuştu. Kedi mi yemişti. Madem o çocuk kötü örnek oluyormuş, kendisinin ne işi varmış ekranlarda. Dobra dobraymış, lafını esirgemezmiş. Öyle ya, o da “damgalanmak istemedi”.

...

Ebru Gündeş’in “Çocuklara ve gençlere kötü örnek oluyorlar” sözlerine “Gençlerimizi o kadar çok düşünüyorsan sevgililerinle değil müziğinle gündeme” gel gibi basit ve aslında sorunu çözme noktasında hiçbir anlam ifade etmeyen bir cevap vermek yerine şunları demek isterim:

Eşcinseller, televizyonlara çıkmasınlar.

Eşcinseller öğretmen olmasınlar. Doktor, avukat da olmasınlar. Polis, asker hiç olmasınlar. Özel sektörde kimse işe almaz. Esnaf olsalar zaten tutunamazlar.

İş vermeyelim, sosyal faaliyet alanını kısıtlayalım… Ya ne yapsınlar…

Doktora gitsinler tedavi olsunlar, öyle mi?

Bilmeyen, okumayan, insana insan gözüyle bakamayan böyle zavallıcıklara birkaç sözüm var:

Tanrısal sanrılarınız, sanrısal tanrılarınız var dini bütün, vicdanı yarım adamcıklar… Maganda mangaları… Kâhilsiniz ama aynı zamanda cahilsiniz.