Wednesday, November 29, 2006


Yalnızlık Oyun Gibi Gelir

Kendimi yalnız hissediyorum.

Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum.

Hep bir yabancılık hissiyatı içinde yaşıyorum.
Hiçbir zaman bulunduğum yere ait hissedemedim kendimi. Nerede olursam olayım hep dışarıdan baktım, hep diğerlerinin uzağında oldum. İçlerinde gibi göründüm ama bu sadece yanılsamaydı.

Onların muhabbetlerine de yabancıydım. Ne dediklerini de anlamıyordum keza. Anlamsız sözcük grupları gibi geliyordu bana konuştukları. Hep aynı şeyleri tekrar edip duruyorlardı zaten. Onların dilini konuşmadığımdan olsa gerek hep onlara yabancıydım. Bir tanık gibi izleyip, gözlemledim. İlişkilerimiz bundan öteye de geçmedi hiçbir zaman.

Yine de umutlarımı yitirmeyerek aynı frekanslarda birini onların arasında bulabilirim diye aramayı sürdürdüm. Ama olmadı. Bana yakın gelen insanların da aslında bana ne kadar uzak, ne kadar yabancı olduklarını anladım. Hiçbir muhabbetimiz bir iki satırdan, üç beş cümleden öteye geçmiyordu. “Hı, hı,” diyip başımı sallamaktan başka yapacak bir şeyim yoktu onlar için. Ne kadar tuhaf gelir bana. Çocukluktan beri tanık olmuşuzdur bu duyguya. İlk defa biriyle karşılaşırsınız. Size ne kadar yakın ne kadar samimi gelir. Bir konuşmaya başlarsınız dünyayı unutuverirsiniz. Onunla konuşurken saatler ne kadar çabuk geçiverir. Her şey sıcak, renkli ve keyifli olmaya başlar. Ama sonra bir an gelir. Cümlelerin sonuna bir nokta konur. Sanki neredeyse tüm hayatı sığdırdığınız dakikalar bir anda bitivermiş, samimi dediğiniz insan size birden yabancı oluvermiştir. Adeta dostluğunuzun pili tükenivermiştir. Boksörün abandone olması gibi, duvara çarpmak gibi bir şok etkisi olur üzerinizde. Öyle arkalarından bakakalırsınız.

Soramazsınız, nereye diye. Giderler öylesine. Bütün bunların yalan olduğunu kendinize itiraf etmeniz için baya bir zaman geçmesi gerekir. Çok sonraları anlarsınız, bunun sadece anlık, sırf zamanı doldurmak için yapılan bir tecrübe olduğunu. Belki de bu yüzden aldatmalar daha çocukken başlar.

İşin aslı kimse neyin ne olduğunu bilmemektedir. Aslında hiçbir deneyim bir öncekini pekiştirmemektedir. Değişen sadece zamandır. Ondan ötesinde hep aynı saçmalıklar süregelir durur. Bir bakarsınız yıllardır can ciğer olan insanlar bir anda kanlı bıçaklı olmuşlar. Hiç bitmeyecek aşkların sonu gelmiştir. Arkadaşınız sizi arkadan vurmuştur. Çok sevdiğiniz insanlar sizin hakkınızda ileri geri konuşur. Sonunda ne olur? Hiçbir şey. Yine onlara dönersiniz. Ya da tümüyle bu ikiyüzlülükleri reddeder, benim gibi yalnız olmayı tercih edersiniz ki sanırım bunu yapabilen çok az insan var.

İşte bu nedenle asıl yalnız olmayı başarabilmek güçtür. Çünkü insanlar daima bir başkasının yanında olmasına muhtaçtırlar. Hava gibi, su gibi etraflarında birileri olmazsa öleceklerini düşünürler. Yaşadıklarının farkına ancak onların yanında varabilirler. Eğer dostları yoksa, hiç izlenmeyen bir filmin başrol oyuncusudur artık onlar. Kimse varlıklarının farkında olmaz.

O kadar bağımlılardır ki başkalarının bağımlılığına, terk edildiklerinde yaşadıkları şok inanılmaz acı verir onlara. Yaşam bir zehir, bir pislik haline gelir. Toparlanmaları çok zor olur.

Ben bu nedenle güçlü olduğumu düşünüyorum. Çünkü sırf kendi ihtiyaçlarım karşılansın diye başkalarının dostluğuna kucak açmıyorum. Ben demiyorum ki insanlar benden uzak dursunlar.

Eğer doğru olduğuna inandığım bir ilişki bekliyorsa beni, ona evet derim. Sadece temkinliyim.

Temkinli olduğum için de daha az yara alıyorum.

Hatırlıyorum da… Bir zamanlar ne çok aşık olurdum. Göz göze geldiğim, arkadaş muhabbetlerinde tanıştığım, internette sözleriyle beni etkileyen ne çok insana aşık oldum. Adeta aşık olmak için yaşıyordum. Yaşama nedenim aşık olabilmekti sanki. Ama her aşık olmak için yaklaştığım insan beni daha bir yaraladı. Çünkü tüm benliğimle onlara veriyordum kendimi.

Onların yanındayken tüm savunmalarım tamamen etkisizdi. Sanıyordum ki ben aşık olmak istersem onlar da bana aşık olabilecekti.

Sonradan anladım ki bu işler böyle olmuyor. Beklenti büyük olursa, acı da, sabırsızlık da o kadar büyük oluyor. Ben de nedensiz yere koşmaktan vazgeçtim. Ne için koşacaktım? Aşk mı?

Sanmıyorum. Böyle bir kelime türetilmiş, ama adından başka, varlığını kanıtlayan bir şey göremedim henüz. Aşığım diyenlerin de sözlerine itimat etmiyorum. Sonuçta onların içselindekileri göremediğime göre, gerçekten aşık olduklarını nasıl bileceğim? Hem aşkı hangi anlamda aldıklarına bir bakmak lazım. Aşık olmak için mi aşık olmuş yoksa? Belki de sadece kendi tarafından aşık olduğunu düşünüyordur. Aynı benim yaptığım hata gibi.

Açıkçası kendimi daha rahat daha özgür hissediyorum şimdi. Ödün vermediğim sürece yıkılma oranı da o derece düşük oluyor. Bir gün karşıma benim ona verdiğim değere eşit değer veren biri çıkarsa belki hay hay diyebilirim. Fakat sanıyorum ki bunun olması çok ama çok zor bir ihtimal. Sakın burnu büyük olduğumu düşünmeyin. Sadece kendimi iyi tanıyorum.

Çocukluğumda da böyleydi. Kimseyi sevmezdim, sevemezdim. Çünkü seviyorum dediğim insanlar beni sevmezdi. Daha ilkokul sıralarında en sevdiğim arkadaşlarım beni satmaya başladıklarında bunu anlamıştım. Galiba ben bir sevgi böceği değilim. Sırf onların erkeklik egolarını poh pohlayacağım diye etrafa yalandan sevgiler saçamazdım. Kızları da sevmezdim.

Daima ukala olurlardı. Bir bokmuşlar gibi sizi iter kakar, onlarla oynamak isteseniz kız mısın diye dalga geçerlerdi. Her şeyin sınırları belliydi. Ya onlardan, ya öbürlerinden olmak zorundaydınız.

Hiçbirine uymuyorsanız, yalnız kalmayı kabul edecektiniz. Ben de sonuncu şıkkı yeğledim. Ama bu eşcinsel oluşumdan değil, kendi benliğimdeki aykırılıktan kaynaklanıyordu belki de.

Eşcinsel olduğumu pek çokları gibi daha o zamanlarda hissederdim. İlkokulda böyle bir şey yaşamıştım. Benden belki bir yaş daha küçük bir çocuktu. Onu ne zaman görsem içim pır pır eder, karnımdan aşağı bir şeyler sürüklenirdi sanki. Bu hissin ne olduğunu anlayamıyordum tabii. Daha çok sihirli bir şeydi. Henüz pipisinin işemekten başka işe yaradığını bilmeyen bir çocuk olarak bunu ancak sihir diye tanımlayabiliyordum. Teneffüslerde gizliden gizliye onu takip eder, o nereye giderse ben de giderdim. Her teneffüs bunu yapardım. Ta ki o beni görene ve sonra da tersleyene kadar. Yani o anda kafamda ortasından kırılan bir kalp imgesi belirseydi şaşırmazdım. Aynen öyle olmuştu. Bu platonik aşk da böylece noktalandı.

İleriki yaşlarda yaşanan sevgiler de bir yerde bitmiyor mu? Ne kadar uzun, ne kadar tutkulu olsalar da bitiyor. Yaşamın yaşam olma nedeni belki de bu. Yine de yaşamı reddetmek, ona başkaldırmak, yalnız olmak demek. Beni bu yüzden kalabalıkların içinde pek göremezsiniz.

Varlığımdan ailem dışında çoğunluk haberdar değildir. İşin garibi, bu satırlara tesadüf eden sizler benim ne düşündüğümü biliyorsunuz artık. Beni tanımıyorsunuz, ama şu satıra kadar beni okudunuz. Bunun da tuhaf bir çekiciliği olduğunu söyleyebilirim. Ünlü değilim ancak buraya kadar gelebildiyseniz bu bile bir şeydir. Ki bazılarının ünlü insanların yazdıklarına önem vermesini anlamıyorum. Ünlü olmak okunmak için bir geçerlilik nedeni değildir ki. Daha eline kalem almamış bir şarkıcı yazmaya başlasın, insanlar onu, saçmalıklar sıralasa da okuyacaktır.

Bence bunun değeri yok. Ancak bu halimle ben, zihninizde bir anlam ifade edebildiysem, bu benim için yeterli bir haz kaynağı. Yaşam da böyle değil mi zaten? Farkına varılın ya da varılmayın elbette bir gün bitiyor, siz hak ettiklerinizi elde etseniz de etmeseniz de…

GayGaye/Editör

Suskunluğun Bedeli

İsyan etmek gelmiyor mu içinizden? Nereye kadar bu sessizliğin sonu?

Eşcinsellerin hep toplumun dışında kalmasının, insanların bizi kendilerinden farklı, hatta sınıf dışı olarak görmelerinin temelinde bu gizliliğin yatıyor olduğunu düşünüyorum.

“Eşcinselliğimi kimsenin haberi olmadan yaşayayım. Ne benim başım ağrısın, ne de başkalarının.”

Aslında bu kolaycılık felsefesinin bedelini ödüyoruz. Hem de çok ağır bir şekilde. Önceleri kölelerin, sonra zencilerin vs. yüzyıllar boyunca hep horlanan kesimin bir şekilde kendilerini toplum önünde kabul ettirebilmeleri için mücadele etmeleri, seslerini duyurabilmeleri gerekmiş.

Kadınların yasal yaptırımlardan yararlanmalarının üzerinden daha bir asır bile geçmedi. Ama bir şekilde bir yere gelindi. Peki ya ülkemizde eşcinselliğin hala kronik bir tabu olmasının sebebi eşcinsellerin bu kayıtsızlığında yatmıyor mu?

Evet, eşcinsellik tüm dünyada bir tabu. Ama bu bizim sessiz kalmamız için bir bahane değil. Hollanda, Danimarka gibi belli başlı Avrupa ülkelerinde eşcinsellerin anayasal birçok hakkı var. En başta evlenme özgürlüğüne sahipler. Amerika’da binlerce gay kulübü, onlara özel oteller, eğlence yerleri vs. var. IBM gibi dünya devi şirketler sırf eşcinsellere yönelik reklam kampanyaları yapıyorlar.

Ya bizde? Evet, internette birçok özgürlüğe sahibiz (ya da öyle görünüyoruz). Ama dışarı çıktığımızda işler değişiyor. Toplumun yarısından çoğu bizi hastalıklı olarak görüyor. Anketlerde çıkan sonuçlara göre insanlar hala çifte standartla yaklaşıyorlar:

“Bana bulaşmadığı sürece komşumun eşcinsel olmasında sakınca yok.”

Bir başkası:

“Allah’ın kitabında bile onlara yer yok, gitsin tedavi olsunlar.”

Ya da daha hafif gibi görünen bir anket yorumu:

“Arkadaşımın eşcinsel olması eğlenceli olabilirdi.”

Belki bu sonuncuda bir problem yok gibi görünüyor. Ama hayır. Aslında burada da bir ayrımcılık var. Eşcinsel arkadaşım olsun derken hala bizi kendilerinden ayrı bir yerde tutuyorlar. Olsun ama sırf eğlence olsun. Bakarım ne yapar, ne yer, ne içer bu eşcinseller diyor kişi. Sonra onu iplemem gibisinden davranıyor. Bir maskara ya da ucube gibi.

Hepimiz an gelip yaşamışızdır. Birine, en yakınımıza açılma ihtiyacını. Ne soğuk terler dökeriz.

Geceler boyu gözümüze uyku girmez. Hep kafamızda olabileceklerin bir listesini yapar, gece boyu kurar, kurar ve kurarız. Sonra da söyleyiveririz: “Ben eşcinselim.”

Arkadaşımızın vereceği tepki tam bir sürprizdir. Hiçbir öngörüye müsaade etmeyen bir durum söz konusudur. Belki en mantıklı, en uygar görünen biri bile negatif tepki verebilir ya da tam tersi…

Sonuçta olan nedir? Siz eşcinselsinizdir. O da kadın ya da erkek. İşte bu! Daha ne olabilir ki?
Ama anne ve babalarımızın (ve onların anne babalarının) bilincimize ektiği tabular bizimle birlikte büyür. Kendi kendimizi kabullenmemiz bile kolay kolay olmadığına göre karşımızdakilere de hak vermek gerek biraz da. Aslında ben de hala tam kabullenebilmiş değilim. Çünkü aynı “olmazlar, yasaklar, kötü diye nitelenen şeyler” benimde beynime ekildi. Onları bir çırpıda silivermek hiç ama hiç kolay değil. Hele bir toplumu değiştirmek daha da zor.
Eşcinsel olduğunu düşündüğümüz sanatçılar bile “eşcinselliği yererek” kendilerini temize çıkardıklarında işin vahameti daha da ortaya çıkıyor. Çünkü adam “ben eşcinsel değilim ama onlara da saygım var,” derse gene açık bir kapı bırakacak kafalarda. Gerçi böyle söyleyenler de oldu. Sağ olsunlar.

Bir de tabii işin diğer bir yanı var. Sonuçta bunun adına sanatçının namını kirletmek (!) için yapılan komplo diyorlar. Yani eşcinsel sıfatı bir aşağılama, küçük düşürücü bir statü sayılıyor. Eh, daha ne diyeyim bilmiyorum. Böyle anlarda "Ben sapına kadar erkeğim, biz gelmeyiz öyle sakat işlere, benim karım var... (bu ülkedeki eşcinsellerin büyük çoğunluğunun evli ve çocuklu olduğunu bilmiyor, yazık)" edebiyatı yapan erkek (!) sanatçılar karşısında sinirleriniz gerilmiyor mu?

Anneme durumumu açıklamayı çoktandır düşünüyorum. Ama onun zaman zaman eşcinsellik üzerine yaptığı önyargılı yorumları duydukça bundan vazgeçiyorum. Hala çelişkide, ince bir köprünün üstündeyim. Gerçi anneme anlattıktan sonra ne olacak diye düşünüyorum. Daha onunla başka şeylerimi bile doğru düzgün paylaşamazken eşcinsel olduğumu açıklayışımın ne anlamı olacak sanki.

Suskunluk. Suskunluk.

Bunun sonu yok. Hala sokaklarda kendini feminen davranışlarla belli edenler ve ekranda boy gösteren sanatçılar dışında eşcinsel yok sanılıyor bu ülkede. Çünkü öbürleri susuyorlar. Biliyorum, eczanedeki bekar adam, tarih öğretmenim, kafede şiirler yazan çocuk, bilmem ne dergisinin yazarı… Hepsi eşcinsel. Ama onlar konuşmaya başladıklarında bir şeyler değişecek.
Ya da kendimiz konuşma cesaretini gösterebilirsek…

GayGaye/Editör

Aşık Olmak

Aşık olmak böyle bir şey midir? O yakınınızda bir yerlerdeyse sizin için zamanın akışı değişiverir. O andan itibaren bambaşka bir yaşam sizin etrafınızda akmaya başlar. Sizi bilmese, görmese bile onun orada olduğunu bilmek dahi size heyecan verir.

Söylediği her söz size derin anlamlar ifade eder. Onlarca insanın içinde yalnızca onun orada olduğunu bilmek içinizin sımsıcak bir duyguyla kaplanmasına neden olur. Nasıl evdeki kedinizin yaptığı şirin oyunları hiç bıkıp durmadan izlerseniz, onun da her hareketini uzaktan, hiç sıkılmadan izlersiniz. Sizin için keyifli bir filmi izlemekten farkı yoktur. Acaba aşk bu mu?

Gaylerin aşkı herkes gibi yaşamadığı da bir gerçek. Gay sohbetlerinde, gay ortamlarında, gay barlarında ve gaylerin olduğu her tür ortamda aşk da farklı bir boyut kazanıyor, aşk adeta kılıktan kılığa bürünüyor. Bazan bir gay aşkı olmaktan çıkıp, cinsler üstü bir bağlılığa da dönüşebiliyor.Bir erkeğe aşık olmak... Eğer bundan on yıl kadar önce böyle bir şeyi düşünmüş olsaydım eminim garip bulurdum. Bir erkeğin başka bir erkeği sevmesi... Üstü kapalı sohbetlerde, televizyonda ya da başka gereksiz herhangi bir yerde küçümsenen ve iğrençleştirilen bu durumu ben neyin ne olduğunun farkında değilken elbette hoş görmem mümkün olabilir miydi?Ama öyle değilmiş. İşin içine girdiğinizde öyle olmadığını anlıyorsunuz.

Fakat durumu kabul etmeden önceki benliğinizle çatışmak zorunda kalıyorsunuz. Daha önce bir erkeği sevmesini garipserken, artık aynı şeyi siz yaşıyorsunuz.Bunu kabullenmek o kadar da imkansız ve mükemmel bir şey değil. Ne de olsa yalnızca bizler değil diğer insanlar da değişiyor.

Nice insan bile on yıl önce ne düşünmüşse bugün tam tersini düşünüyor. Gerçekleri anlamak için gay olmak gerekli değil. Sadece açık bir zihinle bakmalı her şeye.Aslında bir erkeğin başka bir erkekle beraber olmasını garipseyen insanları pek de yadırgamamak gerek. Düşünün, bir zamanlar ben bile bu durumu tuhaf buluyordum. Eğer gay olmasaydım belki de hala tuhaf bulacaktım.Öyle gayler var ki, işte onlar daha da tuhaf olanlar.

Benliklerini kabul edemedikleri için kendilerini genellikle "erkek" olarak görürler ve kendilerine gay denilmesini kaldıramazlar. Bir erkekle ilişki kurduktan sonra o sıradan yaşamlarına geri döner ve sanki bu "yasak" beraberlik önceki yaşamında olmuş gibi her şeyi unuturlar.Bu da önemli olanın "açık" düşünme olduğunu gösteriyor. Yoksa gay olmanın ya da başka bir şey olmanın hiçbir anlamı yok.

Tek bir gerçek var: "gay" gibi düşünebilmek.

GayGaye/Editör

Gay Olmak

Acaba tüm dünyanın etrafında döndüğüne kendisini inandırmış kaç insan sayabiliriz?

Kimi mi? Birkaçı mı? Bazısı mı?

Hadi, dürüst olalım. Belki de hepimiz bu aciz duygudan nasibimizi alıyoruz. En alçak gönüllüsünden en burnu havada olanına kadar bir göz kırpması kadar kısa olan şu ömürde, hepimiz kendimizi bir yerlere koymaya çabalayarak, biyoloji dersinde sıkça karşımıza çıkan terliksi hayvanlardan çok da özel bir yanı olmayan insan kimliğimize bir anlam vermeye çabalıyoruz.

Bazıları bunun çok acımasız bir giriş yazısı olduğunu düşünebilir. Ama elimde deliller olmadan asla büyük laf etmem. Aslında birazdan bahsedeceğim konunun kısacık bir özetini, belki de son noktada söylenmesi gereken ana mesajı daha baştan vermiş oldum.

Eziyet. En doğru tanım bu. Çocukluğumdan beri dünyanın etrafımda döndüğünü düşünürdüm. Tüm dünyadaki insanların sırf bana eziyet çektirmek için benim eksenim etrafımda dönüp durduklarına hiç şüphem yoktu. Sanırım en net hatıralar her zaman en kötü, en şiddetli olanlar oluyor. Merak etmeyin bir tecavüz vakası kadar şiddetli değil, ama o yaştaki bir çocuğu yaralayan ve bilinçaltında sonsuza kadar derin bir oyuk açan ısırgan hatıralar.

İlk o lafla başlamıştı her şey. Bir çocuğun dobralığı ve içinde saklı olan saf kötülüğü dışarı çıkarmanın sarhoşluğuyla sarf edilmiş parçacık tesirli bir cümle: "Niye sen kız gibisin?"

İlkokul sıralarında cereyan eden bu vakada, bu dahiyane cümleyi bir araya getirip de bana yönelten kimdi bilmiyorum. Aynı okulda okuduğum bir çocuktu büyük olasılıkla. Neyse pek de mühim değil. Önemli olan, kimi için son derece aptalca, son derece sıradan ve önemsiz olan, ancak içinde çok da önemli imalar yatan bu sorunun günler hatta yıllar boyunca kafamı kurcalayacak olmasıydı.

Gidip dürüstçe anneme açıldığımı hatırlıyorum o zamanlar:

"Anne, bana niye kız gibisin diyorlar?"

Annemin şipşak gelen cevabı beni belki o an için yatıştırır ancak tüm kuşkularımı hepten yok edemez:

"Çünkü senin güzelliğini kıskanıyorlar da onun için…"

Nerem kız gibiydi bilmiyorum. Aynaya baktığımda saçlarını yandan ayıran aptal bir çocuktan başkasını görmüyordum. Nerem kız gibiydi? Üstüne üstlük annemin uydurduğu gibi nerem güzeldi? Anlamıyordum. Sanırım herkes tümden deliydi.

Çocuklar unutmazlar, fakat kendilerini sıkıcı konulardan uzak tutacak pek çok meşgaleleri vardır. Ben de koşuşturmaca içinde böyle felsefi sorunları düşünmeyi kesip hayatın akışına bırakıvermiştim kendimi işte.

Sonrasında ortaokul yılları gelip çattı. Benim için tüm kabusların başlangıcı da o zamanlara rastlar. Neredeyse tüm oğlanların testosteron seviyelerinin maksimuma çıktığı (ve bir daha da asla ulaşamadıkları) bir dönemde, bastırılmış cinsel kimliklerinin yarattığı gerilimi üzerlerinden atacakları bir nevi günah keçisine dönüşmüştüm. İğneleyici laflarla rahatsız ediliyor, kimi zaman şiddet görüyordum. Ve beni en çok rahatsız eden de sırf kendimin onlardan farklı bir yere konmuş olmamdı. Detaylara gerek yok ancak söylenenleri yazmamın doğru olacağını düşünüyorum. Belki bu şekilde zihnimdeki şeytanlardan da kendimi aforoz edebilirim bir yerde.

Yorumsuz, zaman sırasız, aklıma geldiği gibi yazıyorum:
"Dudaklarına ruj mu sürüyorsun? (…) Kuşun ötüyor mu? (…) Zeki Müren'le bir akrabalığın var mı? (…) Sen niye böylesin? (…) Anan baban normal mi? (…) Karı mısın? (…) Top lan bu! (…) Topoş! (…) Tekerlek! (…) Nonoş! (…) … ister misin? … (…) Zeki! (…) Bülent! (…) Zeki! (…) Bülent! (…) Zeki! (…) Bülent! (…) Zeki! (…) Bülent! (…) Zeki! (…) Bülent! (...................................................)"

Sesler böylece beynimin içinde dönüp durdu. Ertesi gün yine aynı tacizlerin devam edeceğini bilerek o zehirli okula gitmekten nefret ettim. Aynı şeyler, aynı kabus yine ve yine devam ediyordu. Hep alttan alıp, bunları görmezden, duymazdan geldikçe daha da artıyor, aç bir kitlenin kurbanına dönüşüyordum.

Bunu ne bir idareciye ne de aileme söylemeyi düşündüm. Onlara bu durumu açıkladığımdaki halimi düşünmek bile kendimden tiksinmeme neden oluyordu. Her gün aynı Zeki, aynı Bülent olmaktan bıkkınlık gelmişti. Öyle ki sınıfın bazısı (beni kötülemeyenler, yani diğerleri) benim adımın gerçekten Zeki olduğunu düşündüklerini açıkladıklarında şok olmuştum. Yani onlar bile bu durumu anlayamamışlardı. Sadece sokulgan ve evrimin bazı kayıp halkalarından günümüze gelen birkaç Homo Sapiens türünün üyesi gibi olmadığım için bu sözsel tecavüze (taciz bile diyemiyorum) maruz kalıyordum.

Nefret katsayım giderek yükseliyordu. Ölmeyi düşünmüyordum. Sadece kendime bu durumu yediremiyordum. Evet, o zamanlar hareketlerimin farkında olmadığımı biliyorum ancak hiçbir şey bunları hak etmeme neden olamazdı. Sınıfta kadın gibi süzülen ve onların tabiriyle alnında resmen "top" yazan tiplerin yanından bile geçmezlerken, birisi benim bez bebeğimin üzerine iğnelerini batırmaktan zevk alıyordu anlaşılan!

Ne gariptir. İnsanoğlu ikiyüzlü. Freud insan ruhunu masaya yatırıp da iç organlarını dışarı çıkardığında bıyık altından kıs kıs gülmüş olmalı. Çünkü açığa çıkan sakatat yığını hiç de dışarıda görünler gibi değil!

Yakın bir arkadaşım sınıfın önde gelen kız çevresinin yanından ayrılmazdı hiç. Cinsel fantezilerini onların yanında açıkça söyleyerek puan toplamaktan kaçınmıyordu. Bunun için beni bile kullanmaktan çekinmemişti.

Sanırım okulların kapanışına yakındı. Grupça sahil kenarına dolaşmaya gitmiştik. O kızları yanına alıp bir banka oturmuş erkeklik havaları satmakla meşguldü. Bense tam karşılarındaydım. Yani nereden çıkmıştı bilmiyorum. Hiç neden yokken böyle bir laf, affedersiniz, ancak yaldızlı bir anüsten çıkar!

"Kucağıma oturmak istiyor musun, belki canın çekiyordur," deyip gözüyle pantolonunun içinde sakladığı bir numaralı hazinesini işaret etmişti.

Ona sadece tiksintiyle baktığımı hatırlıyorum.

O zamanlar bilemezdim. İnsanları tanımıyordum. Sürekli aşağılanmaktan aşağılık kompleksim tavan yapıyordu zaten.

Çok geçmedi. Birkaç hafta önceydi. Gaydar'da gezinirken tesadüf ediverdim. Önce ihtimal vermedim. Evet, hafızam ondan başkası olamaz diyordu, ama bunca yıllın hakaretine ve aşağılanmasına da yediremiyordum. Sonunda hiç kendisine temas etmeden ismine kadar öğrenip buldum. Resmen oydu. Beni kızların önünde küçük düşüren herif! İşte o zaman her şey yerli yerine oturdu. Aslında o beni küçük düşürmüyordu. Sadece anlatamadığı duyguları için beni bir yol olarak kullanıyordu. Zavallı, çaresiz, ezik bir yol.

Şimdi ona sadece acıyorum.

Buyursun, kucağına oturacak birilerini arasın bakalım.

Şimdi ben de Freud gibi bıyık altından gülüyorum. İnsanların, parıltılı maskelerinin altında yalnızca boş kabuklar taşıdıklarını biliyorum.

GayGaye/Editör

Eşcinsel Bestecilerden Birkaçı

Eşcinsellik, tarih boyunca insanlıkla birlikte varolan bir kavram. Uygarlıkların gelişimi sürecinde eşcinsellik de toplumlar içinde varlığını sürdürmüş.
Ancak onun bir tabu haline gelmesi, kirli ve sapkın bir davranış olarak görülmeye başlaması da ‘eşcinsel’ tanımının literatürde ilk kez yer almasıyla aynı zamana denk düşüyor. Böylelikle eşcinsellik de, kapalı kapılar ardında yaşanmak zorunda kalan bir dışlanmışlık simgesi haline geliyor günümüze kadar.

PETER ILICH TCHAIKOVSKY

Tchaikovsky eşcinselliğini daima insanlardan saklamayı yeğledi. Alkolle bütünleşen yaşamında kendini bestelerine verdi. Ukrayna’da kızkardeşinin evinde geçirdiği mutlu yazlar, kızkardeşinin oğlu Vladimir Davydov’a aşik olmasından duyduğu suçlulukla bir anda azaba dönüştü.

Eşcinselliğini geri plana itebilmek için evlenmeyi kafasında koydu. Espri yeteneğine hayran olan bir kadınla girdiği ilişki sonrası ona evlenme teklif etti. Evlilikleri yalnızca bir ay sürdü ve Tchaikovsky geçirdiği sinir krizi sonrası intihara teşebbüs etti.

Uzmanlar, Tchaikovsky’nin ölümü üzerine iki teori ürettiler: eşcinsel davranışları yüzünden eski okulunda bir onur kurulu tarafından yargılandı ve intihar etmesi kararı uygun görüldü veya kraliyet ailesinin bir erkek üyesi ile romantik ilişkiye girmesi üzerine zehirle intiharı için teşvik edildi.

Bugün Tchaikovsky bütün zamanların en büyük bestecilerinden biri sayılıyor. Olağanüstü melodik yaratıcılığı, parlak orkestral yazısı, romantik ve tutkulu müzik duyarlılığı hayranlık vericidir.

REYNALDO HAHN

Hahn’ın biyografilerini kaleme alan yazar Marcel Proust ile önemli bir birlikteliği vardı. Piyano süiti Portraits de Peintres’i Proust’un şiirlerinden esinlenerek bestelemiştir.
Proust’un biyografisini yazan George Painter, yazarı şu homofobik cümlelerle suçlar: “Bu Sodom çukurunda Proust kendi huylarını takip ederek, kendi gibilere aşik oluyordu.”
Edmund White adlı başka bir Proust biyografisi yazarı, Proust’un roman karakteri Swan’ın Oddette’yi Paris’te geceyarısı arayışının, Proust’un sevgilisi Hahn’ı Paris’te bir gece ümitsizce aramasının bir yankısı olduğunu belirtiyor.
Jean Yves Tadié, 1986’da yazdığı, Marcel Proust: Bir Biyografi kitabında Proust’un Jean Santeuil adlı romanını Hahn’dan ayrıldığı için yazmayı bıraktığını, çünkü romanı bu genç besteci için yazmaya başladığını ekliyor.

KAROL MACIEJ SZYMANOWSKI

Karol Szymanowski, sanatla derinden ilgilenen bir ailenin çocugu olarak doğdu. Bestelemeye ve piyano çalmaya çok küçük bir yaşta başladı. 1901’de Varsiva’ya tekniğini geliştirmek üzere gitti. Daha sonra Berlin’de ve Viyana’da yaşadı.
1914-1917 yılları arasında Avrupa’nın müzikal toplumundan izole edilmiş olarak pek çok beste yaptı; İslam kültürü, erken Hıristiyanlık tarihi, eski Yunan drama ve filozofisi ögrendi.
Müziği Paterewsky, Fitelberg ve özellikle homoseksüel doğasını paylaştığı Arthur Rubenstein tarafından yüceltilmiştir.
Szymanowski 20. yüzyılın en önde gelen Polonyalı bestecisi olarak kabul edilmektedir.

FRANCIS POULENC

Poulenc, dindar bir Katolik olarak büyümüş, genç iken çocuklugunun dini inançlarını üstünden atamayan ancak geleneğe aykırı seksüel iştahı ile barışamayan gevşek bir eşcinsel hayatı yaşamıştı.
Bazı yazarlar, Poulenc’in eşcinsellik konusunda ilk açık besteci olduğunu kabul ediyorlar. Kendi seksüel ihtiyacını açıkça tartışıyor, İkinci Dünya Savaşi sırasında, Paris Nazi işgalinde ve diğer eşcinsel sanatçılar kapalı kapılar ardında iken, erkek refakatinin kolunda, Gay Paris adlı toplantılara katılıyordu.

Ross Watson




Alpay Aydın


Taner Ceylan


Wednesday, November 15, 2006


Mix NYC






























www.mixnyc.org
www.bfi.org.uk
www.outonscreen.com
www.melbournequeerfilm.com.au

Gay Prides



The gay pride or simply pride campaign of the gay rights movement has three main premises: that people should be proud of their sexual orientation and gender identity, that sexual diversity is a gift, and that sexual orientation and gender identity are inherent and cannot be intentionally altered. Marches celebrating Pride (pride parades) are celebrated worldwide. Symbols of gay pride include the rainbow flag, the Greek lambda symbol, and also the pink and black triangles

In June 1969, a group of lesbian, gay, bisexual, transgender and queer people rioted following a police raid on the Stonewall Inn, a gay bar in New York City. The late Miss Sylvia Rivera, a transgender rights activist and founding member of both the Gay Liberation Front and the Gay Activists Alliance, is credited by many as the first to actually strike back at the police and, in doing so, spark the rebellion.

The Stonewall riots are generally considered to be the beginning of the modern gay rights movement, as it was the first time in modern history that a significant body of LGBT people resisted arrest.

Activist L. Craig Schoonmaker claims to have coined the term "gay pride" in description of the 1969 Stonewall riots. [1]

Brenda Howard known as the "Mother of Pride" an early leader of the Gay Liberation Front and Gay Activists Alliance in the early post-Stonewall era coordinated the first month anniversary rally and then the "Christopher Street Gay Liberation Day March" on June 28, 1970 to commemorate the first year anniversary of the Stonewall Rebellion.[2][3]
First year anniversary marches organized by other groups were also held in San Francisco and Los Angeles in 1970.
Howard also originated the idea for a week-long series of events around what is now known as Pride Day; this became the first of the extended annual LGBT Pride celebrations that are now held around the world.

In New York and Atlanta the annual day of celebration to commemorate the Stonewall Riot came to be called Gay Liberation Day; in San Francisco and Los Angeles it was called Gay Freedom Day. Both names spread as more and more cities and towns started holding similar celebrations. In New Orleans it's known as Southern Decadence.

In the 1980s there was a major cultural shift in the Stonewall Riot commemorations. The previous loosely organised, bottom-up marches and parades were taken over by more organised and less radical elements of the gay community. The marches began dropping "Liberation" and "Freedom" from their names under pressure from more conservative members of the community, replacing them with the philosophy of "Gay Pride". The Greek lambda symbol and the pink triangle which had been revolutionary symbols of the Gay Liberation Movement were tidied up and incorporated into the Gay Pride, or Pride, movement, providing some symbolic continuity with its more radical beginnings.

Within the gay community, some reject the notion of gay pride, perceiving therein an undue emphasis on sexual orientation and a lack of discretion and modesty to the detriment of either public morals or the cause of gay rights; they propose to soften strident activism in order to better integrate into the mainstream.[citation needed] Others oppose gay pride on account of its identity politics; they say that one's sexual orientation should not be one's quintessential defining characteristic. Many gay people who are not heavily liberal believe that they are being excluded and ignored in favor of the identification of gay society with political concepts they do not agree with.

It is not unusual to see small groups of religious fundamentalists protesting at gay pride events. American gays often refer to the more strident protesters as "fundies", short for Fundamentalists.

PRIDE as a backronym

Many Australian universities have a club or society for students who identify as LGBT. These clubs often change their names, due to the rapid evolution of political correctness, and a desire to appear inclusive. One label that is currently in common usage is PRIDE, as a backronym for People Rejoicing In Diversity Everywhere.

Amsterdam Pride in Amsterdam, the Netherlands (Official webiste)
Athens Pride in Athens, Greece (Official website)
Birmingham Pride in Birmingham, United Kingdom (Official webiste)
Bourne Free in Bournemouth, United Kingdom (Official webiste)
Boston Pride in Boston, Massachusetts, United States (Official website)
Brighton Pride in Brighton, United Kingdom (Official website)
Capital Pride in Washington, D.C., United States (Official website)
Christopher Street Day in Berlin, Germany (Official website)
Christopher Street West in Los Angeles/West Hollywood,California, United States (Official website)
Cologne Gay Pride in Cologne, Germany (Official website)
Copenhagen Pride in Copenhagen, Denmark (Official website)
Day of Silence
Divers/Cité in Montreal, Canada (Official website)
Europride -08 in Stockholm, Sweden
Gay Games (Official website)
Gay Pride Week in Toronto, Canada (Official website)
GayFest in Bucharest, Romania
Helsinki Pride in Helsinki, Finland (Official website)
Heritage of Pride in New York, United States
Indignation in Singapore (Official website)
LA/Valley Pride in Studio City, California, United States (Official website)
Madison Pride and MAGIC Picnic in Madison, Wisconsin, United States (Official website)
Midsumma in Melbourne Australia (Official website)
Motor City Pride in Michigan, United States (Official website)
Parada do Orgulho GLBT de São Paulo in São Paulo, Brazil (Official website)
Parada Równości in Warsaw, Poland (Official website)
Pride Fest in Bismark and Mandan, North Dakota, United States
Pride London in London, United Kingdom
PrideFest (Denver) in Denver, Colorado, United States
San Francisco Pride in San Francisco, United States
Savannah Pride in Savannah, Georgia, United States
Southern Decadence in New Orleans, United States
Stockholm Pride in Stockholm, Sweden
Sydney Gay and Lesbian Mardi Gras in Sydney, Australia
Taiwan Pride in Taiwan, Republic of China
Tallinn Pride in Tallinn, Estonia
Tel Aviv Pride Parade in Tel Aviv, Israel
Utah Pride Festival in Salt Lake City, United States
World Outgames
Zagreb Pride in Zagreb, Croatia

Monday, November 13, 2006

Querelle





















Preview Caps [ N/a ]Media Fire Users [ N/a ]Rapidshare Users [ Download ]

More Info: Querelle is the tale of a beautiful, proud and hard-as-nails loner, the sailor Querelle (Brad Davis, Midnight Express – this is one of Fassbinder's few films shot in English), whose commanding officer, Lieutenant Seblon (Franco Nero, Camelot), is obsessed with him.

Querelle turns on his drug-smuggling partner and murders him. He goes to a notorious brothel run by the rapacious Lysiane (Jeanne Moreau, Jules and Jim), who leads him into his first homosexual encounter, with her husband Nono (Günther Kaufmann). Lysiane is madly in love with Querelle, but takes his brother Robert (Hanno Pöschl) as a substitute. Robert and Querelle have an incestuous relationship, which they try to hide. Later, Querelle falls in love with a fellow murderer, Gil, who bears an uncanny resemblance to his brother (both Robert and Gil are played by Hanno Pöschl). Gil is having an affair with an angelic young man named Roger (Laurent Male). Querelle's increasing passion for Gil, the first man he has loved, panics him, so he betrays him to the police. But by now Querelle has become vulnerable, and he at last allows himself to submit to Seblon.

Queer Video Film Festivals



Amsterdam -- Amsterdam Roze Film Dagen/Pink Filmdays
jankees.boer@balie.nl, info@rozefilmdagen.nl
Arizona -- OUT FAR! - Phoenix International Lesbian and Gay Film Festival outfarfilmfest@aol.com
Arizona -- Wingspan FilmFest
filmfest@wingspan.org
Australia -- Melbourne Queer Film Festival
director@melbournequeerfilm.com.au
Austria -- identities. Queer Film Festival in Vienna
breumueller@t0.or.at, programmer@identities.at
Belgium -- Annual Pink Screens in Brussels
programmation@genres-d-a-cote.org
Belgium -- Holebi Gay, Lesbian & Bi Film Festival, Leuven
@driekant.be
Brazil -- MIX BRASIL Festival of Sexual Diversity/Tiago Grandeza
mixbrasil@uol.com.br
California -- OUTFEST: Los Angeles Gay and Lesbian Film Festival
programming@outfest.org, seniorprogrammer@outfest.org, cavani_2000@yahoo.com
California -- Queer Filmistan: The South Asian LGBT International Film Festival in
San Francisco
javid@trikone.org
California -- San Francisco Black Film Festival
aveprsf@amvideos.com
California -- Silver Lake Film Festival
info@silverlakefilmfestival.com
California -- Tranny Fest in San Francisco (*)
TrannyFest@aol.com,
California -- Black LGBT Film Festival
man2man@bcoa.org
California -- Fresno Reel Pride: An Annual Gay and Lesbian Film Festival
programming@reelpride.com, info@reelpride.com
California -- OUT ON FILM: The Palm Springs Gay & Lesbian Film & Arts Festival
MAndrunas@aol.com
California -- San Francisco International Lesbian & Gay Film Festival
info@frameline.org
Canada -- 2003 4th Annual Reelout Queer Film + Video Festival in Kingston
festival@reelout.com
Canada -- Fairy Tales International Gay and Lesbian Film Festival
programming@fairytalesfilmfest.com
Canada -- INSIDE OUT Lesbian and Gay Film and Video Festival in Toronto (*)
kathleen@insideout.on.ca., scott@insideout.on.ca
Canada -- Making Scenes Film & Video Festival in Ottawa
scenes@magma.ca
Canada -- Queer City Cinema (Bi-annual)
queercitycinema@sasktel.net
Canada -- Vancouver Queer Film & Video Festival
programming@outonscreen.com
Canada -- image&nation Festival in Montreal
info@image-nation.org
Colorado -- Aspen Gay and Lesbian Film Festival during Annual GaySkiWeek
busch@rof.net
Colorado -- Boulder Gay & Lesbian Film Festival
info@boulderfilms.org
Colorado -- Seeing Queerly The Denver International GLBT Film Festival
events@coloradoglbt.org
Colorado: Breckenridge Festival of Film
enord@wbhtlaw.com
Connecticut -- Connecticut Gay and Lesbian Film Festival
glff@yahoo.com
Czech Republic -- Czech Gay and Lesbian Film Festival MEZIPATRA
ales.rumpel@mezipatra.cz
Delaware -- Rehoboth Beach Independent Film Festival
Joe@rehobothfilm.com
Denmark -- Copenhagen Gay & Lesbian Film Festival
dr@cglff.dk, info@cglff.dk
England -- London Lesbian & Gay Film Festival
Brian.Robinson@bfi.org.uk, anna.dunwoodie@bfi.org.uk, jonkeane@talk21.com, selina.robertson@btinternet.com
England -- Manchester Queer Up North Film Festival
philip@queerupnorth.com
FilmOut San Diego Gay and Lesbian Film Festival
krista@filmoutsandiego.com
Finland -- Vinokino Lesbian & Gay Film Festival
vinokino@tuseta.fi
Florida -- Miami Annual Gay and Lesbian Film Festival
festprogram@the-beach.net, ccoombes@miamigaylesbianfilm.com
Florida -- Tampa International Gay and Lesbian Film Festival
keven@tiglff.com
France -- Paris Gay and Lesbian Film Festival/Forum des images Paris
info@ffglp.net
France -- Cinnefable Paris Lesbian Film Festival
cineffable@fr.fm
France -- VUES D'EN FACE Festival International du Film Gay et Lesbian de Grenoble
festivalfilmgrenoble@fr.st
Georgia -- Atlanta Gay and Lesbian Film Festival -- Out on Film
imageinfo@imagefv.org
Germany -- Verzaubert: International Queer FilmFestival in Munich, Berlin, Frankfurt and Cologne
rf@rosebud-entertainment.de, sm@rosebud-entertainment.de
Germany -- Berlin Lesbian Film Festival
filmfestivalberlin@hotmail.com
Germany -- FEMINALE International Women's BiAnnual Film Festival in Cologne
info@feminale.de
Germany -- Hamburg Lesbian and Gay Film Festival/Lesbisch-Schwule Filmtage Hamburg
mail@lsf-hamburg.de
Germany -- QueerFilm Festival Bremen
ichauch@queerfilm.de, kontakt@queerfilm.de
Germany -- RollenWechsel in Oldenburg
mailto:rw
Germany -- TEDDY AWARD at the International Film Festival in Berlin
teddy@teddyaward.org
Hawaii -- Honolulu "RAINBOW" Gay and Lesbian Film Festival (*)
info@hglcf.org
Hong Kong -- Hong Kong Gay and Lesbian Film Festival
festival@hklgff.com
Hungary -- Annual Gay and Lesbian Film Festival in Budapest
info@szivarvany-misszio.hu
Iceland -- Icelandic Lesbian and Gay Film Festival
hrabba@krummafilms.com
Illinois -- REELING Annual Chicago Lesbian and Gay International Film Festival
reeling@chicagofilmmakers.org
Illinois -- Chicago Annual Underground Film Festival
info@cuff.org
Illinois -- School of the Art Institute of Chicago, Queer Film and Video Festival
whung@artic.edu
India -- Bombay Sexual and Gender Minority Film & Video Festival
festival_humjinsi@yahoo.co.in
Indiana - PRIDE: In Several Short Cinematic Acts
sjbeanbl@indiana.edu
IndyOutties, Kansas City's Friendly Film Festival
lisa@indyoutties.com
Ireland -- Dublin Lesbian and Gay Film Festival
dlgff@ireland.com
Ireland -- Murphy's Cork Film Festival -- Lesbian & Gay Section
ciff@indigo.ie
Italy - Gender Bender in Bologna
pel2645@iperbole.bologna.it
Italy -- Annual Turin International Gay and Lesbian Film Festival
info@tglff.com
Italy -- Edition Blowing Bubbles - Moving Images Against AIDS
blowingbubbles@cassero.it
Italy -- Milano Festival Internazionale di Cinema Gaylesbico
marzig@energy.it, claudiamauti@tim.it
Japan --Tokyo International Lesbian & Gay Film and Video Festival
lgff@tokyo.office.ne.jp
Louisiana -- New Orleans Film & Video Fest
admin@neworleansfilmfest.com
Louisiana -- Reel Identities: The New Orleans Lesbian, Gay, Bisexual and Transgender Film Festival
vincent@reelidentities.org
Massachusetts -- Boston Gay/Lesbian and Trangender Film Festival
bsmith@mfa.org
Mexico -- MIX MEXICO: Festival De Diversidad Sexual En Cine Y Video (MIX MEXICO: Sexual Diversity Film/ Video Festival)
mixmexico@go.com
Michigan -- REEL PRIDE Michigan LGBT Film Festival
jmichael@tri.org
Michigan -- The Annual Kalamazoo Coming Out Proud Film Festival
kglrcnews@aol.com
Minnesota -- Flaming Film Festival in Minneapolis
Lganser@hotmail.com, sjaps@yahoo.com
Minnesota -- Minneapolis/St.Paul Lesbian, Gay, Bi & Transgender Film Festival
dean.otto@walkerart.org, butch@butch.org
Missouri -- Kansas City Gay & Lesbian Film Festival
info@kcgayfilmfest.org
Nederlands -- Nederlands Transgender Filmfestival (NTGF)
ntgf@cs.com
New York - Lesbian Film Festival *
New York -- Annual Hamptons International Film Festival
programming@hamptonsfilmfest.org
New York -- Annual Long Island Gay and Lesbian Film Festival
sflynn@liglff.org, THORmastr@aol.com
New York -- Fire Island Film Video Festival
sflynn@liglff.org, THORmastr@aol.com
New York -- MIX: The New York Lesbian and Gay Experimental Film and Video Festival
info@mixnyc.org
New York -- NewFest 16th New York Lesbian & Gay Film Festival
info@newfestival.org
New York -- Rochester Lesbian & Gay Film & Video Festival/ImageOut
imageout@rochester.rr.com, michaelgamilla@yahoo.com
New Zealand -- New Zealand Out Takes Lesbian and Gay Film Festival
simon@outtakes.org.nz
New Zealand -- Triangle Television LGB International Film & Video Festival in Auckland
hans@tritv.co.nz, jb@tritv.com
North Carolina -- Center for Gay & Lesbian Film Series
communitycenter@gaycharlotte.com
North Carolina -- North Carolina Annual Gay and Lesbian Film Festival
m@carolinatheatre.org
Ohio - Ladyfest
ladyfestohiofilm@yahoo.com
Ohio -- Annual Cincinnati Gay and Lesbian Film Festival
shawnpatrick11@hotmail.com
Ohio -- Out in Akron Queer Shorts Film Festival
sandra.bowers@earthlink.net
Oklahama -- OUT OK Oklahoma Gay and Lesbian International Film Festival
pau@Out-Ok.com
Oregon -- Annual University of Oregon Queer Film Festival
qff@darkwing.uoregon.edu
Oregon -- SENSORY PERCEPTIONS 7th Portland Lesbian Gay Bi Trans Film Festival
john@sensoryperceptions.org
Pennsylvania -- 19th Pittsburgh International Lesbian and Gay Film Festival
pilgff@aol.com
Pennsylvania -- Annual Central Pennsylvania Gay and Lesbian Film Festival
info@Askglsh.org
Pennsylvania -- ONE IN TEN FILM AND VIDEO FESTIVAL
OneInTenFilmFest@yahoo.com
Pennsylvania -- Philadelphia International Gay and Lesbian Film Festival
rmurray@tlavideo.com, tcardwell@tlavideo.com
Philippines -- Pride International Film Festival in Manila
events@pride-international-events.com
Portugal -- Lisbon Gay and Lesbian Film Festival
lisboa.filmfest@netcabo.pt
Rhode Island -- Providence Rhode Island Gay and Lesbian Film Festival
info@film-festival.org, flicksart@aol.com, gaylezfest@film-festival.org
Slovak Republic -- Annual Slovakia Gay Film Festival
gfest@host.sk
Slovenia - Ljubljana Gay and Lesbian Film Festival
siqrd@mail.ljudmila.org
South Africa -- Out in Africa Gay and Lesbian Film Festival
sharon@oia.co.za
Spain -- LESGAICINEMAD: The Madrid Gay and Lesbian Film Festival
lesgaicinemad@ono.com
Spain -- Annual Gay and Lesbian Film Forum in Coslada
info@guirigay.es
Spain -- Barcelona International Lesbian and Gay Film Festival
FICGLB@terra.es
Spain -- HEATGAY International Gay Erotic Film Festival of Barcelona
info@heatgay.com
Sweden -- KOMBAT Stockholm Queer & Feminist Film Festival
kombat@chello.se
Switzerland -- PINK APPLE Annual Swiss Gay and Lesbian Film Festival - Schwullesbisches Filmfestival in Zurich and Frauenfeld
info@pinkapple.ch
Switzerland -- Queersicht Gay and Lesbian Film Festival Bern
queersicht@bluewin.ch
Tennessee--OutFlix Memphis
wb12eos@yahoo.com
Texas -- Long On Shorts Erotic Film Festival
RebDRice@aol.com
Texas -- 17th Austin Gay & Lesbian International Film Festival
film@agliff.org
Texas -- 7th Annual Houston Gay and Lesbian Film Festival
hglff@cs.com
Texas -- OUT TAKES Dallas - The 6th Annual Lesbian and Gay Film Festival
films@outtakesdallas.org
Texas -- OUTer Gay and Lesbian Sci Fi / Fantasy Film Festival
outerinfo@outerfilmfest.com
Washington -- Seattle Lesbian & Gay Film Festival
Programming@seattlequeerfilm.com
Washington -- 19th Annual Olympia Film Festival
ofs@olywa.net
Washington -- Spokane Annual GLBT Film Festival
spokanefilmfest@hotmail.com
Washington, DC -- 13th Reel Affirmations: International Gay & Lesbian Film Festival
info@reelaffirmations.org, vbjoey@aol.com, dtorok@erols.com
Wisconsin -- Milwaukee Lesbian and Gay Film and Video Festival
crlelbog@uwm.edu

"Queer" Kelimesi

Milli Eğitim Bakanlığı karar vermiş. Türkçeye yerleşmiş yabancı sözcükler, okunduğu gibi yazılacakmış ders kitaplarında.

Washington yerine Vaşington örneği var Milliyet'te; Einstein yerine Aynştayn (ki bu halini yazarken daha çok hesap yapıyor insan; bu ses o harf mi diye), Shakespeare yerine Şekspir (bak en işlevsel olanı bu).

Biz çok uzun zamandır tişört yazıyoruz mesela; t-shirt yerine. Sushi değiş suşi, gay değil gey.
Fakat şimdi yeni yeni gazlanan şu 'queer' meselesini nasıl çözeceğiz?
Kuir? Kuğir? Kuyir? Kuvir? 40 yıllık 'kuver'i bilmiyor daha millet. 'Kuvir'i hangi arada öğrenecek?
'İ'leri çoğaltmak mümkün, çözüm olabilir mi?
'Koğuvir mi; iyi de neyi nereye koğuveriyim?' diye bocalayanlara dilimiz döndüğünce açıklayalım:

'Queer', aslında tuhaf, garip, acayip filan demek. Fakay gey yerine de kullanılıyor. Ve bizde de popülaritesi hızla artıyor.
Özellikle bu ara çok fazla telaffuz edilir oldu. Hafta içindeki sempozyum vesilesiyle.

Boğaziçi Üniversitesi Eleştiri ve Kültür Araştırmaları Programı, 19-20 Nisan tariginde 'Queer, Türkiye ve Kimlik' başlıklı bir sempozyum düzenledi.
'Queer Kavramının Türkiye'deki Tanımı', 'Queer'in Türkçeye Çevrilmesiyle İlgili Sorunlar' 'Aktivizm ve Kimlik Vurgusu Bağlamında Queer Teorisi', 'Türk Edebiyatı, Çağdaş Sanat ve Sinemada Queer' gibi başlıklar altında, söyleşiler, tartışmalar, sunumlar oldu.

'Gey'den daha taze bir kelimenin, evet, ihtiyacı içinde yanıp tutuşuyoruz.

Ama bu 'queer' tutar mı sizce? Yerleşebilir mi? Bizi keser mi?
Zor. Beraberinde ciddi telaffuz sorunu vaat ediyor. Türkçe'ye ses olarak mı uygun değil, nedir, sorun var.

Sonra diyelim ki bunca ittirmeye, 'queer' zaman içinde dile oturdu, sahi nasıl yazacağız?
Hiç düşünmüyorsunuz böyle şeyleri.

NUR ÇİNTAY - RADİKAL

Peter Hapak

www.phapak.net

Kiriko Moth





















www.kiriko-moth.com

Juventino Mateo

www.juventinomateo.ch

Zwerchwerk

www.zwerchwerk.de

Greg Kadel


Wednesday, November 01, 2006

Billy's Perv Website






www.billyspervwebsite.com

Brent Corrigan

















www.brentcorriganonline.com

Queer Video Art

Video art is created by capturing images and sounds for playback on a video monitor or for video projection. Korean-born artist Nam June Paik pioneered the medium in the late 1960s, making it only slightly older than the gay rights movement. Although facilitated by Japanese technology, video art was initially developed primarily by American artists within the era's politically volatile social context.

The commercial availability and portability of the early video camera facilitated the medium's use by visual artists, including painters, sculptors, and performance artists. During the late 1960s and 1970s, video art was monitor-based and often politically charged to the point that artists formed collectives such as TVTV (Top Value Television), which infiltrated the 1972 Republican convention.

Video Art's Popularity with Queer Artists

Early video art's "outsider" status enhanced its popularity among queer artists. Since 1980, advanced technology and the growing legitimacy of the form have allowed video artists to explore other forms of video presentation, including projection and installation, and to move from video tape to digital video.

In video, the prevalence of human performance or spontaneously recorded action centralizes and often politicizes the human form, an aspect of the medium that makes it particularly expressive for queer artists. Additionally, video art's opportunities for activism, personal revelation, and documentary have been seized by queer artists.

Glbtq video art falls into four major categories: AIDS activism (whose major practitioners include Gregg Bordowitz, Tom Kalin, and Alisa Lebow), confrontation (Sadie Benning, Cecilia Dougherty, Kathy High, Thomas Harris, Kalin, Lebow, and David Wojnarowicz), coming out (Benning, Bordowitz, Sandi DuBowski, and Richard Fung), and traditional documentary (Maria Beatty and Ellen Spiro).

AIDS Activism

Video artists have engaged in AIDS activism in a number of ways, including through major projects such as Video Against AIDS (1989), The Estate Project's AIDS Activist Video Preservation Program (1989), and The Ashes Action (1996).
The focus of many AIDS activist video pieces is coping with HIV/AIDS, which often documents the artist's personal experience. Artists such as Gregg Bordowitz and Alisa Lebow explore how they personally contracted the virus.

Often an artist, Bordowitz for example, will video rallies and support groups in order to document movements such as ACT UP; Bordowitz also uses satire to indict mainstream attitudes toward HIV/AIDS. Lebow rejects the mainstream political approach and portrays an angrier, more confrontational, and unapologetic reaction to the virus.

Tom Kalin, like Lebow, is highly confrontational; however, Kalin rejects a personal method and frames his treatment of the crisis in an artful documentary of mainstream society's reaction to AIDS, They Are Lost to Vision Altogether (1989).
His voice-over dialogue is recorded directly from prime time news' coverage of the crisis, which describes AIDS as a disease affecting "gay men, intravenous drug users, and Haitians." The voice-over accompanies news footage of the early years of the crisis interspersed with vintage, early-twentieth century clips of accidents and disasters.

Confrontation

Tom Kalin's art focuses not only on AIDS activism, but also on confrontational, taboo issues such as extreme sexual acts. Other confrontational artists include Kathy High, whose Icky and Kathy Trilogy (1999) explores incest and other forbidden forms of sexual desire.

David Wojnarowicz's most important video installation is American Heads of Family, Heads of State (1989-1990). It is a mixed media installation, containing macabre images (both from the media and created by Wojnarowicz), which incorporates his writings, sculpture, found art, and monitor-based videos. The piece is a personal and politicized reaction to his dying from AIDS.
Wojnarowicz's confrontational manner and personal concerns are mirrored thematically, if not stylistically, by Sadie Benning. Throughout the 1990s, Benning has been among the most acclaimed lesbian video artists; her work has been exhibited at the Museum of Modern Art and the Whitney Biennial (1997).

Her Flat is Beautiful (1998) is a lyrical black and white piece concerning the rapid maturation and sexualization of a fifth-grade girl. Benning's work is stylistically diverse; she often works with puppetry, masks, and music video.

Coming Out

Benning locked herself in her room for three weeks at the age of fifteen to create personal, revelatory video pieces. These pieces, from her career's infancy, document her early understandings of lesbianism. They constitute a personal coming out discourse, a concern of many queer video artists, particularly since 1980, as video art has moved into museum and gallery spaces and even private collections.

Richard Fung's Sea in the Blood (2000) documents the artist's relationship with his dying sister, the only family member to whom he came out. Fung relates his sister's leukemia to his partner's battle with AIDS. Often glbtq artists, such as Bordowitz and Sandi DuBowski, focus on the decision whether or not to come out to family members.

Documentary Video

A subcategory of both glbtq video art and mainstream video art is documentary. Some queer video artists go beyond the satirically artful work of artists such as Bordowitz to document important glbtq issues, such as AIDS awareness, or cultural expressions, such as performance art, in more straightforward documentaries.

Notable among these artists are Maria Beatty and Ellen Spiro. In Party Safe with DiAna and Bambi (1992), Spiro concentrates on safe sex practices for males and females, gay and straight. Specifically, she documents a national safe sex party tour by two women from Columbia, South Carolina.

Conclusion

Queer video artists are not easily categorized because they explore diverse issues, often in diverse styles. However, because video art can be such a personally expressive medium, queer video artists frequently focus on subject matter directly concerned with the queer experience.

Brandon Hayes
Staci Nicholson

Bibliography

Hill, Chris, ed. Rewind: Video Art and Alternative Media in the United States 1968-1980. Chicago: Video Data Bank, 1996.

Holden, Stephen. "When and How AIDS Activism Finally Found Its Voice and Power." New York Times (December 1, 2000): B16.

Spaulding, Karen Lee, ed. Being & Time: The Emergence of Video Projection. Buffalo: The Buffalo Fine Arts Academy, 1996.

Rush, Michael. New Media in 20th Century Art. New York: Thames & Hudson, 1999.

Kutluğ Ataman













Kutluğ Ataman'la söyleşi: “Nerde saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu”

Karanlık Sular
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Gönen Bozbey, Metin Uygun, Semiha Berksoy
Türkiye-ABD, 1994, 83’

Kutluğ Ataman'ın ilk filmi olan Karanlık Sular, yalnızca Batı standartlarındaki teknik kalitesiyle değil, korku-gerilim türünü gizemli ve karanlık bir İstanbul hikayesiyle birleştirmesiyle de dikkat çekiyor. Sessizce vizyona giren ve aynı şekilde beyazperdedeki yolculuğu sona eren bu filmi izleme şansı bulanlar, söyleyecek çok şeyi olan bir sinemacıyı keşfetmenin şaşkınlığını da yaşamışlardı. Adeta şehir efsanesine dönüşen bu Kutluğ Ataman ‘hazinesi’ artık DVD'de.

Lola+Bilidikid – Yönetmen Kurgusu
Lola and Bilidikid
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Baki Davrak, Erdal Yıldız, Gandi Mukli, Celal Perk
Türkiye-Almanya, 1998, 93’

Murat 17 yaşında Berlin’de doğup büyümüş Türkiye kökenli bir gençtir. Bir gün, yıllar önce evden kovulmuş bir abisi olduğunu öğrenir ve Berlin’in karanlık sokaklarında onu aramaya başlar. Ancak, onu bir sürpriz beklemektedir: Abisinin adı ‘Lola’ olmuştur, Berlin gecelerinin süslü çocuğu Lola... Kutluğ Ataman’ın değeri bilinmemiş filmi Lola+Bilidikid, yönetmenin kurgusuyla şimdi de DVD’de! Arşivde yerini almalı.

İki Genç Kız
Yönetmen: Kutluğ Ataman
Oyuncular: Feride Çetin, Vildan Atasever, Hülya Avşar
Türkiye, 2005, 103’

Perihan Mağden'in İki Genç Kızın Roman adlı romanından uyarlanan film, farklı sosyal sınıflardan gelen ama aynı sorunu aidiyetsizliği paylaşan Behiye ile Handan’ın öyküsünü anlatıyor.

Kutluğ Ataman’ın filmleri de yavaş yavaş DVD raflarında yerini almaya başladı. ‘İki Genç Kız’dan sonra, Ataman’ın ilk filmi ‘Karanlık Sular’ ile bir eşcinsel filmi klasiği haline gelen ‘Lola+Bilidikid’ de satışta! Kaos GL'den Uğur Yüksel, Ataman’la ‘Lola+Bilidikid’ ağırlıklı bir sinema sohbeti gerçekleştirdi.

KAOS GL

Söyleşi: Uğur Yüksel

‘Karanlık Sular’, Kutluğ Ataman’ın ilk filmi. Reha Erdem’in ‘A Ay’ filmi gibi neredeyse bir şehir
efsanesine dönüşen film, yalnızca Batı standartlarındaki teknik kalitesiyle değil, korku-gerilim türünü gizemli ve karanlık bir İstanbul hikayesiyle birleştirmesiyle de dikkat çekiyor.
‘Lola+Bilidikid’ ise şimdiye kadar kötü kopyalarla elden ele dolaşan bir başka ‘Kutluğ Ataman efsanesi’ydi. Nihayet temiz bir kopyasını izleyebileceğimiz film, “yönetmenin kurgusuyla” DVD’de!

1998 yapımı ‘Lola+Bilidikid’, Murathan Mungan’ın “Aşkın Gözyaşları ya da Rapunzel ile Avare” öyküsüne benzer bir tat bırakan, içinde pek çok öyküyü de barındıran bir film: “Yaban topraklarda yaşamaya çalışıyoruz” diyen Türkiyeliler, ‘itibarımız önemli’ diyen donuk burjuva sınıfı, Türkiyelilerden nefret eden naziler, aile içi tecavüz, geyler, travestiler, parklar, tuvaletler ve Berlin geceleri…. Bu kadar çok öyküsü olup da böylesine bütünlüklü bir film ortaya çıkarabilmek kolay iş değil.
Ve, Kutluğ Ataman öyle düşünmese de, doğru düzgün bir eşcinsel sineması geleneği olmayan Türkiye’de ‘Lola+Bilidikid’ bugüne dek yapılmış en iyi “eşcinsel filmi”.
“Bir filmle dünya değişmez”

• ‘Yönetmenin kurgusu’ alt başlığıyla sunuldu L+B DVD’si. Sinemada izlediklerinden farklı bir şey mi görecek seyirci? Yoksa bu kurgu, filmi daha da özgürleştiren bir şey mi oldu?

Hikaye ana hatlarıyla aynı kalsa da anlatılış şekli değişmiş oldu. Bu filmi yapalı çok zaman geçmişti. Benim yönetmenlik ve kurgu anlayışım o zamandan bugüne değişti. Buna göre uyarladım. Filmi ilk yaptığımda bir gün gelir yönetmen kurgusu yaparım düşüncesiyle bu hakkı muhafaza etmiştim. Şimdi bunu kullanma ihtiyacını hissettim. Film eskisine göre çok daha hızlı akıyor şimdi.

• Lola+Bilidikid’in Türkiye’de yeterince tartışılmadığını, konuşulmadığını düşünüyorum. Sinema çevresi ve eşcinsel gruplar bu filmin farkına vardı mı? Sahiplendiler mi?

Türkiye'de bu film ilk çıktığı vakit eşcinsellik konuları henüz tabu konulardı. Şimdi de bu çok değişmiş değil ama gene de o zamanlar durum çok daha vahimdi. Şöyle söyleyeyim: İnsanlar gündüz sinemada bu filmi görmeye çekiniyorlardı, gişe önünde görülürler diye. Gece gidiyorlardı. Sanırım bugün sinemalara tekrar çıksa çok daha fazla ilgi toplar. Tabii bir de eşcinsel örgütlerinin o zaman pek bir gücü, varlığı yoktu. Kaos GL vardı ama bu kadar organize değildi. Bu örgütlerde eşcinsel özgürlükleri savunan yöneticiler bile isimlerinin açıkça basına çıkmasından haklı olarak çekiniyorlardı. Haliyle, isteseler bile tam anlamıyla sahiplenemediler, sahiplenemezlerdi. Şimdi yavaş yavaş bunların değiştiğini görüyoruz. İnsanlar göreceli olarak daha serbest, en azından büyük şehirlerde. Lola+Bilidikid bütün bu zorluklara rağmen Türkiye'deki eşcinsel hareketi için çok şey başardı, ama abartmayalım: Bir filmle dünya değişmez.

• Türkiye sinemasında travesti ve transeksüellerin öyküsü ilk kez anlatılmıyordu. Atıf Yılmaz’ın ‘Gece, Melek ve Bizim Çocuklar’ı, sonra Orhan Oğuz’un ‘Dönersen Islık Çal’ı... Ama L+B, travestilerin ‘gerçek’ olabileceğini anlatmayı başaran ilk film oldu. Ve siz L+B’nin o filmlerden asıl farkını “Benim eşcinsel olmam” diye açıklamıştınız. Buna ben de inanıyorum ama bu yeterli mi sizce?

Tabii ki değil. Hangi konuyu anlatırsanız anlatın, her şeyden önce ev ödevinizi çok iyi yapmanız gerekir. Yani araştırıp bulacak ve o hayatın içine dalacaksınız. Yoksa her şey fantezi noktasında tıkanıp kalır. Ama şunu da belirteyim: güzel ve tutarlı bir eşcinsel filmi yapmak için mutlaka eşcinsel olmanız, veya kadınları anlatan bir film için mutlaka kadın olmanız gerekir diye bir şey iddia edemeyiz. Önemli olan, konuştuğumuz konular hakkında yeterince bilgili olup olmadığımız.
“Fil Adam görünümlü bir toplumumuz var”

• Filmde de görüyoruz ki Batılı bir ülkede olmak baskıyı azaltmıyor. Türkiye’de kadınlara ve eşcinsellere davranış, onları algılayış biçimi Batılı bir ülkeye gidildiğinde de pek değişmiyor. Erkeklik denilen şey orada da kırılmıyor. Bunu engelleyen ne?

Kültürün kendine olan güvensizliğinden dolayı korkakça davranıp değişime açık olmaması, toplumun kendi fertlerine güven duymaması ve buna bağlı olarak otoriter eğilimlere yönelmesi… Bütün bunlar sayabileceğim nedenlerden sadece birkaçı. Günün sonunda hâlâ töre cinayetlerinin, azınlıklara karşı korkuların, ırkçılığın ve milliyetçiliğin olduğu bir ülkede homofobinin tamamıyla ortadan kalkmasını henüz tahayyül edemeyiz.

• Lola gerçek bir travesti değil bence. Pek çok öyküden bildiğimiz ve büyük kentlerde de olsa asıl yereldeki pek çok eşcinselin “eşcinseller kadın ve erkek rollerini oynamak zorundadır” algısıyla yola çıkmış sanki. Bili ile tanışıp ona aşık olduktan sonra da bu rolü üzerinden atamamış. Film boyunca Bili’ye karşı koyuşu ve ‘olduğu gibi olmak’ isteği de bu rolden artık sıkıldığını gösteriyor. Lola benim için bir erkeğe aşık bir erkek. Sizce?

Bu filmi yaptığım zaman, Türkiye'de birçok travestinin aslında travesti olmaması gereken, gey erkekler olarak yaşamaları gerekirken gerek toplumdaki baskı gerek kendi içselleştirmiş oldukları homofobi yüzünden, yani “ibne olmak ayıp, ben kadın olmalıyım” içgüdüsüyle, gerekse de sadece fuhuş yoluyla hayatlarını kazanabildikleri ve bu yüzden kadın kılığında sokağa çıktıkları bir zamandı. Bu hâlâ böyle olmasına rağmen belki şimdi yavaş yavaş değişiyor. İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde de bu böyleydi ve izlerine hâlâ rastlamak mümkün. Biz farklı değiliz. Belki bir gün bir tarihçi bu sosyal olgunun tarihini araştırıp yazacaktır. Lola, özellikle gey kardeşi Murat'la karşılaştıktan sonra onun etkisiyle içinde bulunduğu bu durumdan yavaş yavaş sıyrılıp kendini bulmakta olan, değişen, değiştiği için de Bili karakteriyle çelişen bir karakter.

• Filmde gördüğümüz travestiler şov yaparak geçinen kişiler. Türkiye’de bugün bile travesti ve transeksüeller için böyle bir şeyin gerçekliği yok. Bunun nedeni ne sizce?

Tek tük de olsa örnekleri yok değil ama haklısın. Avrupa ülkelerindeki “drag” geleneği bizde sadece Huysuz Virjin tarafından başarıyla sürdürülüyor ama gel gör ki Huysuz Virjin “Gey değilim” diyor. Olabilir. Zenne geleneğimiz var ama drag’de olduğu gibi gey kültürün parçası değil ya da öyle değilmiş gibi yaşanıyor. Bizdeki travestilik aslında tam anlamıyla travestilik değil çünkü kıyafet değişiminin ötesinde, bazen ameliyat-öncesi transeksüellik (mesela hormonla göğüslerin büyütülmesi vs.) de olabiliyor. Bütün bunların ayrı ayrı incelenip insanların anlaşılması gerekiyor. Ben, eğer bir gün gelir Türkiye demokrasiyi ve insan haklarını içselleştirmiş bir toplum olursa, ki er veya geç olacaktır, o zaman her şeyin daha az çetrefilli ve anlaşılabilir olacağına inanıyorum. Halihazırda Fil Adam görünümlü bir toplumumuz var. Sadece gey+lezbiyen+trans topluluklar için değil her konuda Fil Adam görünümlü. Ama yavaş yavaş iyileşiyor. Benim anladığım travestilik insanların karşı cinsin kıyafet kodlarını benimsemesi, bundan haz duymasıdır ki bunun için gey olmak gerektiğini düşünmüyorum. Düz erkek, düz kadın, ya da lezbiyen de olabilirsiniz. Bunlar ayrı ayrı şeyler. Erkekten kadına geçmiş transeksüel lezbiyenlerin olabileceği gibi… Türkiye bunları nasıl anlar? Zamanla. Göre göre, duya duya, konuşa konuşa, ve tabii ki yargı yoluyla değil saygı yoluyla. Önce bunlar bir hallolsun, show’lara nasıl olsa sıra gelir.
“Ortaya çıkın ve var olmaya başlayın”

• Türkiye sinemasında eşcinsel kültür ve yaşama dair en iyi örnekleri vermiş yönetmen sizsiniz.

Gerek ‘Karanlık Sular’ gerek ‘Lola+Bilidikid’ olsun ve tabii ki ‘İki Genç Kız’, içeriden bakmayı bilen birisinin dilini taşıyan filmlerdi. Ama siz bu iki film için “eşcinsel sineması örneği” nitelendirmesinden özellikle kaçınıyorsunuz? Eşcinsel sineması nedir ki bu iki filmi dışarıda tutuyorsunuz?

Bilmem. Zaten benim için de sorun bu olduğu için tam cevap veremiyorum. 1980’li yıllarda batıda gey filmi yapmak ve hatta gey festivallerin oluşturulması bir mücadelenin sonucu olarak başarıldı. Gel gör ki 2006’da bu festivaller birer gettoya dönüştü, yanı ne kadar güzel bir film yaparsan yap, sen git gey film festivalinde göster diyebiliyorlar. Yani duvarı inşa ederken, biz güvercinler için güzel güzel güvercinlikler yaptılar, hatta yaptık. Ama şimdi görüyoruz ki bu güvercinlikler tünemek için; duvarı geçmek için değil. Duvar hâlâ orada. İşte bu yüzden ben yaptığım filmlere etiket takmak istemiyorum. Kişiler olarak gey olduğumuzu, Kürt, Arap, Türk olduğumuzu açıkça söyleyebilmeliyiz, ama yarattığımız eserleri sınırlandırmamız, paketleyip bir şekilde sınırlandırmamız acaba gerekiyor mu? Bunu yaparak kendi kendimize bir tuzak mı hazırlıyoruz yoksa?

• Video yerleştirmeleriniz sinema filmlerinizden daha çok konuşuldu, Türkiye’de olmasa da yurt dışında ödüllere boğuldu. Mutlu musunuz, kızgın mı?

Tabii ki çok mutluyum. Ben hiçbir zaman kendimi herhangi bir ülke sınırları içine hapsetmedim. Benim yayın alanım dünya. Bu en başından beri böyle oldu. Sanat, sinema, benim için fark etmiyor. Sesimi duyurabiliyor muyum, yayın yapabiliyor muyum, dünyaya müdahale yapabiliyor muyum, etkili olabiliyor muyum, beni ilgilendiren bu. Dünya olarak baktığımda hem sinema alanında hem de sanat alanında kendi sesimi duyurabildim. Bu beni mutlu ediyor.

• Türkiye’de kimilerince pornografik olarak nitelendirilen ‘Ruhuma Asla’ ya da ‘Peruklu Kadınlar’ video çalışmalarınız da bir şekilde Türkiye’deki eşcinsel kültüre gelip dayanıyor.

Evet.

• Eşcinsel kimliğiyle açık yaşayan bir sanatçısınız. ‘Ünlü’, ‘tanınmış’ isimlerin kimliklerini açıklamalarının doğru olduğunu ve bunun bir şeyleri değiştirebileceğine inanıyor musunuz?

Tabii ki. Size şu kadarını söyleyeyim, şimdiye kadar kimse benim suratıma tükürmedi, benim yüzüme kötü bir şey söylemedi. Ama gün geçmiyor ki genç bir erkek veya kadın beni sokakta durdurmasın ve yaptığım işler için bana teşekkür etmesin, onların hayatını nasıl etkilediğimi bana anlatmasın. Ben başta kendimi riske atıp kim olduğumu açıkladım. O zamanların Türkiye’sinde zor oldu ama oldu. Kimseye nasıl yaşaması gerektiğini söyleyemem. Ama tavsiye edebilirim: ortaya çıkın ve var olmaya başlayın. Tabii gereksiz yere kendinizi tehlikeye atmadan, ama riske girerek.

• Şimdi sırada ‘Palto’ var. Nasıl bir çalışma bu?

Çocuk filmi. Komik. Eğlenceli. Şimdiye kadar yaptığım en apolitik iş.

• Ve son bir soru: Murat ve annesi bugüne neredeler ve ne yapıyorlar?

Annesi Almanya’da oturuyor ve Lola'yı özlüyor, ama Murat'ı da çok seviyor ve onunla gurur duyuyor. Murat'ı sana sormalı: Nerede saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu.