Monday, October 02, 2006

Depeche Mode












www.depechemode.com

Ferzan Özpetek

www.ferzanozpetek.com

Gay & Lesbian Film Festival


Küçük Özgürlük



Türk Edebiyatı'nda Eşcinsellik

2003’ten itibaren Türk edebiyatında nitelik ve nicelik açısından hızla yükselen ve bu yıl da aynı yükselişi, radikal çizgiden uzak olsa da, devam ettiren eşcinsel edebiyatı inceliyoruz.

KENDİ tercihlerimize o kadar sıkı sarılmışız, gözümüzü farklılıklara öylesine kapatmışız ki, içinde yaşadığımız an’ın ahlak, etik ve moral değerlerini insanoğlunun tarih sahnesine çıktığı andan başlayarak bütün zamanlara yaymakta, tarihi olguları bugüne göre anlamlandırmakta, tarihi şahsiyetlere geçerliliği bugüne mahsus kimlikler dağıtmakta hiçbir tuhaflık görmüyoruz. İşte bu nedenle tarihin ancak sansürden geçebilen bir yüzü girebiliyor ilgi alanımıza. Haksızlık yapmayalım; ecdadımızın tarihe çaktığı en ufak çividen çırılçıplak şiddet içeren savaş sahnelerine kadar pek çok şey resmi tarih söyleminde uygun gerekçeler ve apaçık bir böbürlenmeyle dile getiriliyor aslında.

Atalarımızın mahrem tarihlerini, cinsel hayatlarını kuşatıyor sessizlik. Çünkü o çağların cinselliğinde bugünün ‘sapkın’ bulunup dışlanan tercihleriyle örtüşen pek çok yan var.

Doğrusu 20. yy.’ın ortalarına kadar Batı’da da çok farklı değildi durum; tensel zevklerin yadsınmadığı Antik Çağ’a ait eserlerde kadına ya da oğlana duyulan aşkın aynı doğallıkla ifade edilmesi Batı’da uzun yıllar boyunca şaşkınlıkla ve suskunlukla karşılanmış, hatta kimi Antik Çağ tarihçisi, hayranlık duyduğu Eski Yunan uygarlığına aşağılık bulduğu bu cinsel hayatı yakıştırmakta güçlük çekmişti. Çünkü Batı dünyasının Geç Roma İmparatorluğu’nda kurulup Hıristiyanlıkla birlikte işlemeye başlayan bütün baskı ve dışlama mekanizmaları cinsellik etrafında kurgulanmıştı; bütün bir Ortaçağ boyunca insan bedeni bir ahlaksızlık yuvası, bir günah kaynağı olarak lanetlenmiş, bedenin tüm saygınlığı yok edilmiş, eşcinsellik ve giderek her türden şehvet en büyük günahla özdeşleştirilmişti. Max Weber’e göre Batı’nın yükselişinin hikayesiydi bu.

Cinsel tabuların burjuva devrimleri sırasında eski sistemle birlikte yıkılacağı umut edilebilirdi. Ne var ki, Fransız Devrimi’nin Aydınlanma Çağı libertenlerinin bütün çabalarına rağmen feodalizme ve kiliseye karşı zafer çanlarının çaldığı ilk aylarda yarattığı özgürlük ortamı kalıcı olmadı. Bunun en trajik örneği yaşadığı yıllarda ve ölümünden sonraki uzun yıllar boyunca yapıtlarının kabul edilemezliği üzerinde tüm iktidarların erdemli bir biçimde anlaştıkları Marki De Sade’dı. Sonuçta, etkileri günümüze dek gelecek biçimde, Batı’nın erotizmi bir bilgi alanı olarak görme geleneği Aydınlanma Çağı’nda zirvesine tırmanmış, burjuvazinin üreme tarafından denetlenmeyen her türlü cinselliğe karşı verdiği mücadeleye toplumu aydınlatacağı varsayılan ‘bilim’ de destek çıkmış, ‘aşırılık’lar yasalar kadar ‘bilimsel’ açıdan da yasaklanmıştı. Aydınlanma düşüncesi, Ortaçağ’a ilişkin birçok düşünce tarzını yerle bir ediyor, ancak cinsellik, tıp ve ahlak arasındaki şer ittifakına eski rejim kadar sahip çıkıyordu. Bu düşünce, burjuva bireyin modern destanı olan romanlara da yansıdı.

OSMANLI' DA EŞCİNSELLİK

Osmanlı toplumu tam böyle bir anda, üstelik edebiyat, az önce bahsi geçen romanlar aracılığıyla tanıştı Batı’nın değer ve düşünce dünyasıyla. Ahmet Cevdet Paşa, bu yıllardaki toplumsal ilişkileri ''Maruzat''ında (1856) şu cümlelerle özetliyor; ''Zendostlar (kadın sevenler) çoğaldı, mahbublar (erkek sevenler) azaldı. Kavm - i Lut sanki yere battı. İstanbul’da öteden beri delikanlılara ma’ruf ve mütad olan aşk - u alaka, hali tabisi üzerine kızlara müntakii oldu... Kubera (kibarlar) içinde gulamparelikle (oğlancılıkla) meşhur olan Kamil ve Ali Paşalar ile onlara mensup olanlar kalmadı. Ali Paşa da ecanibin (yabancıların) itirazatından ihtiraz (çekinme) ile gulampareliğini ihfaya (gizlemeye) çalışır idi''.

Anlaşılacağı gibi, zendostların yani kadın sevenlerin sayıca artışının tarihi önem arz ettiği o yıllarda, Avrupa romanında işlenen aşk ve cinsellik biçimleri Osmanlı toplumunda yeni yeni filizlenmeye başlıyordu. Avrupa’daki örnekleri taklit eden Tanzimat romancısı karşı cinse dönük bu yeni tarz aşkı ve çekirdek aile modelini modernliğin biricik ifadesi sayacak ancak roman kahramanlarına gönlünce bir cinsellik yaşama izni vermeyecektir. Neredeyse her roman ‘aşırılık’ları cezalandıran ölümlerle sonlanır; duygu ve düşünce dünyasını kısıtlayan geleneksel bağlar henüz kopmamıştır.

Osmanlı toplumunda özgürlük düşüncesini içselleştiren II. Meşrutiyet’tir. Aşağıda sıraladığım roman isimleri bile II. Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamının Osmanlı toplumunda en çok cinsel özgürlük biçiminde kavrandığını kanıtlamaya yeter. Mehmet Rauf’un ''Bir Zanbağın Hikayesi'' (1910) ve ''Kaymak Tabağı'', Ebü’l Burhan’ın ''Bir Çapkının Hikayesi'' (1910), T.P.Z.’nin ''Muhabbet Odası'' (1912), M.S.’nin ''Zifaf Gecesi Harem Ağasının Muaşakası'' (1913), A.Hasan’ın ''Bir Bakirenin Gebeliği'' (1914), Ahmet Naci’nin ''Bir Aşüftenin Jurnali'' (1914), G.R.’nin ''Beyoğlu Alemi'' (1914), Adil Nami’nin ''Balodan Sonra'' (1914), M. Alişan’ın ''Kadınların Aradığı'' (1914) gibi romanlarda yazarlar, toplumun eskiyle olan bağlarını sarsmak için -bilinçli olarak- her türden cinsel ilişkiyi en cüretkâr ifadelerle dile getirerek toplumun yerleşik değerlerine saldırmışlar ve edebiyatımızın ilk ‘underground’ hareketini yaratmışlardı.

SADE VE MEHMET RAUF

Fransız Devrimi’nin Sade’ı varsa II.Meşrutiyet’in de Mehmet Rauf’u vardı. Sade ve Oscar Wilde metinlerinden adapte ederek yazdığı romanlarlarında cinsel ihtiyacın beşeri bir açlık olarak ‘meşruiyetini’ ve ‘muhakkaklığını’, hiçbir düzmece ahlak kuralı ile sınırlanamayacağını savundu o. Mehmet Rauf ve arkadaşları batan ‘Kavm - i Lut’a yeniden hayat vermişlerdi. Ancak Fransa’da olduğu gibi İstanbul’da da uzun sürmeyecekti özgürlük günleri. Osmanlı’yı kurtarmak için ahlaka ve dine sarılmayı vaaz eden -içlerinde Mehmet Akif’in de yer aldığı- bir kesim Mehmet Rauf ve arkadaşlarının yazdıklarını ‘edebiyat dışı’, ‘edebiyatı satan’ romanlar olarak teşhir ve neredeyse ihbar ettiler. Sade ve Wilde gibi Mehmet Rauf da mahkeme önüne çıkarılacak, hapis cezasına çarptırılmamakla birlikte ordudan atılarak cezalandırılacaktı.

GÖREV OLARAK CİNSELLİK

Seçme, ayırma ve dışlama mekanizmaları her kurucu süreçte kullanılmıştır. Eskiyle arasına sınır çekerken ‘yozlaşma’ya vurgu yapan Cumhuriyet, yozlaşmanın simgesi olarak İstanbul’u işaret edip bir hayat tarzını dışarıda bırakırken Anadolu’da Batı Medeni Hukuku’na dayalı yeni bir ahlakın, yeni bir hayat tarzının temellerini atıyordu. Aynı dönemde tarih de yeniden tanzim edilmiş, icad edilen yeni kimlik tüm zamanlara yayılmış, Türklerin kökenine yapılan Orta Asya yolculuklarında tam da

Cumhuriyet’in vaaz ettiği ahlakın, kadın tiplerinin ve aile modelinin izleri ‘keşfedilmiştir’. O izler ki, bir başka dışlamanın -İslamın Türk kültürüyle uyumsuzluğunun- da izleridir.

Bu ideolojinin topluma yayılması ve benimsetilmesi görevi, kitle iletişim araçlarının çok cılız kaldığı o yıllarda elbette yine roman sanatına düşecekti. Peki kadın üzerinden tarif edilen meşru cinsellik nasıl tasavvur edilmiş, nasıl bir kadın tipi örneklenmişti? Dönemin popüler aşk romanlarında canlanan ''Cumhuriyet kadını, fikri mücadelelere, edebiyat hareketlerine, spora ve aynı zamanda ev kadınlığına, anneliğe ve zevceliğe merbut, mükemmel kadındı''; yani tam bir görev kadınıydı o! Meşru cinselliğin dışındaki her tür cinsel etkinlik, cinsel heyecan, hatta cinselliğin her türden dillendirilişi ise bir kez daha yasak bölgeye itilmişti. Doğrusu şaşılacak bir şey yok; Platon’dan beri her türden toplum mühendisliğinin amacı normlar ve normaller yaratmak, zevk ve coşkuyu yadsımak, yalnızca üremeye yönelik cinselliğe izin vererek her türlü tutkuyu ortadan kaldırmak olmuştur. Öyleyse, politik açıdan cinsel özgürlük hiçbir zaman masum kabul edilmeyecektir. Çünkü hayatın bir tek karesini renklendiren bir özgürlük an’ı bile başka alanlardaki özgürlükçü düşünceleri tetikleme, sınıflar ve cinsler arasındaki ayrımcılığa dayanan toplum tasarımlarının meşruiyetini sorgulatma tehdidir. (12 Eylül darbesinden sonra ilk getirilen yasakların eşcinsel şarkıcıları da kapsadığını, erotik neşriyatın yasaklandığını, travestilerin ve transseksüellerin aşağılayıcı sıfatlar ve alçaltıcı muamelelerle Ankara dışına sürüldüklerini hatırlamak yerinde olur.)
Cumhuriyet’in talipkâr kadroları olan ve ekmeğini devlet kapısından kazanan ilk Cumhuriyet yazarları elbette ideolojik bir çatışmaya girmeyeceklerdi; devletin hayatın bütün alanlarına nüfuz edebildiği ve cinselliği kamusal alandan dışladığı yıllarda yazılan romanlar, büyük meselelere açılan kapılardı ve bu meseleler arasında cinsellik yer alamazdı. Böylece ‘ucuz’ edebiyatın alanına itildi cinsellik. Bu tarz romanlarda erkeklerin sokak kadınlarıyla, ‘yosmalarla’, ahlaksız kadınlarla yaşadıkları ‘ibret’ verici erotik maceraların yanı sıra, biseksüel ya da eşcinsel kadınlar da sözde ahlakçı bir tavırla, yargılayıcı, aşağılayıcı ifadelerle ama aslında erkek fantazilerini kışkırtmayı amaçlayan çok canlı sahnelerle işlenmiştir. Ancak erkek eşcinselliği söz konusu bile edilmez.

Yıllar ilerledikçe aydınlarla siyasal iktidarlar arasındaki ilişkiler bozulmuş, özellikle sol muhalefetin sesi romanlarda yükselmiş, kadın ve erkek arasındaki cinsellik pek çok yazar tarafından hayatın bir parçası olarak yerli yerinde canlandırılmış, hatta kimi romanda cinsellik toplumsal değerlerin sorgulanma aracı da kılınmıştır. Ne var ki, bu kısa yazıda genel karakteristiğine vurgu yapmak zorundayız; cinselliğin yasaklı alanları Türk romanında da yasaklı kalmış, siyasi eleştirisini iktidar merkezli kuran muhalif kimlikli yazarlar bile mahrem hayatı sistemle ilişkisi içinde yeterince sorgulamamışlardır. Egemen ideolojiden radikal bir kopuş yoktur.

YENİ BİR DÖNEM

Eşcinsel aşkın Eski Yunan metinleri ya da II. Meşrutiyet romanlarındakine benzer bir doğallıkla ifade edilmesi ‘80’lerden sonra Attilâ İlhan’ın ''Fena Halde Leman''ı (80) ile başlar. 2000’lere gelinceye kadar az ama istikrarlı biçimde işlenen bu türden aşklarda ağırlık yine kadınlar arası ilişkilerdedir. 2000’lerden sonra süreklilik kazanan eşcinsellik temalı anlatıların sayısal zirvesine 2003 yılında ulaştığını görüyoruz.

Bu kısa külliyat içinde Bilge Karasu’nun ''Kılavuz'' (1990), Hülya Serap Doğaner’in ''Leyla ile Şirin'' (1992), İbrahim Altun’un ''Romantik Salgın'' (1999), Selim İleri’nin ''Solmaz Hanım ve Kimsesiz Okurlar İçin'', Stella Acıman’ın ''Bella'' (2002) ve Sibel Torunoğlu’nun ''Travesti Pinokyo'' (2002) romanlarında eşcinsel tercihlerin insan hayatlarına olumlu ve olumsuz etkileri çok iyi yansıtılmıştı. 2003 yılında ise erkekler arası aşkları barındıran hikayeleriyle Mehmet Bilal’ın ''Üçüncü Tekil Şahıs'', Sadık Aslankara’nın ''Sığınak'' ve Niyazi Zorlu’nun ''Hergele Âşıklar''ı; kadınlar arasındaki aşklarıyla Zeynep Aksoy’un ''Deniz Kızı'' ve Stella Aciman’ın ''Kırlangıçların Ömrü'' romanları ilgi çekiciydiler. Pınar Orhan Küzenci’nin yanlış bedenlerlere hapsolmuş bir genç kız ve bir erkeği konu alan fantastik romanı ''Kurtlu Elma Şekeri'' de bir ilk roman olarak kayda değerdi.

Son olarak, geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve ele aldığımız konu üzerine bugüne dek yayımlanan romanlar arasında belki de en iyisi olan ''Yarın Yapayalnız''a kısa ve özel bir yer açmak istiyorum. Selim İleri, aralarında hem büyük bir yaş farkı hem de sosyal ve sınıfsal farklılıklar olan iki insanın; ünlü bir soprano ile terzilik yapan genç bir kızın tutkulu ve hüzünlü aşkını pastoral bir hikaye içinde

Reşat Nuri romanları ve opera klasikleri eşliğinde öylesine şiirsel bir biçimde dile getirmiş ki, aşkın cinsiyeti artık önemsizleşiyor. Anlıyoruz ki, erkek, kadın, gay ya da lezbiyen gibi sözcüklere, kendimize bakarak ‘normal’leştirdiğimiz tek bir biçime asla hapsedilemeyecek insani bir duygudur aşk. Önemli olan yaşanan ‘an’dır; bittiğindeyse yalnızlık ve buruk bir tad kalacaktır geriye...

Ele aldıkları insan tiplerine cinsel özgürlüklerini veren romanlarda artış kaydedilen bu süreç içerisinde cinselliğin her çeşidinin toplumsal hayatta, edebiyatta ve sinemada önemli bir yer kapladığını, cinselliğin bir başka türlü kuşatılmışlık içinde ehlileştirildiğini biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında roman alanında kaydedilen gelişmelerin radikalliğinden söz edemeyiz. Ama yine de önemli ve olumlu buluyorum; yeter ki edebiyat alanında olunduğu unutulmasın, erotikle pornografik arasındaki sınır çiğnenmesin... Genet’in özeleştirisi ile bitiriyorum; ''Okurlar kitaplarımdan cinsel bakımdan etkileniyorlarsa bunun nedeni kötü yazılmış olmalarıdır diye düşünüyorum bugün, çünkü şiirsel heyecan o kadar güçlü olmalıdır ki hiçbir okur cinsel bakımdan heyecanlanmasın. Kitaplarım pornografik yazılar oldukları ölçüde, onları inkâr etmiyorum, incelik göstermekten yoksun olduğumu söylüyorum''.

A. ÖMER TÜRKEŞMilliyet Sanat

Eşcinsel edebiyattan bazı örnekler:

1980 ''Fena Halde Leman'' / Attila İlhan
1981 ''Dersaadette Sabah Ezanları'' / Attila İlhan
1984 ''Haco Hanım Vay'' / Attila İlhan
1990 ''Bay Z Düşüncenin Cinselliği'' / Tufan Erbarıştıran
1990
''Kılavuz'' / Bilge Karasu
1992 ''Leyla ile Şirin'' / Hülya Serap Doğaner
1993 ''Düşlerin Şarkısı Yok'' / Veysel Dikmen
1996 ''Şarlo, Bir Kara Kafa İçin Balad'' / Ahmet Haluk Ünal
1997
''Cemil Şevket Bey - Aynalı Dolaba İki El Revolver'' / Selim İleri
1998 ''Cahide'' / Aysel Özdemir
1999 ''Romantik Salgın'' / İbrahim Altun
2000 ''Günahsız'' / İbrahim Altun
2000 ''Solmaz Hanım ve Kimsesiz Okurlar İçin'' / Selim İleri
2000
''Sıvı'' / Turgut Yüksel
2001 ''Hayat Roman'' / Turgut Yüksel
2002
''Bella'' / Stella Aciman
2002 ''Ben Kendimi Affediyorum Tanrım Ya Sen?'' / Tijen Kino
2002 ''Kilidi Sırlı Anahtar'' / Baki Koşar
2002 ''Travesti Pinokyo'' / Sibel Torunoğlu
2003 ''Kırlangıçların Ömrü'' / Stella Aciman
2003 ''Deniz Kızı'' / Zeynep Aksoy
2003 ''Sığınak'' / Sadık Aslankara
2003 ''Üçüncü Tekil Şahıs'' / Mehmet Bilal
2003 ''Zarife'' / Deniz Kavukçuoğlu
2003 ''Kurtlu Elma Şekeri'' / Pınar Orhan Küzeci
2003
''Şimdilik Kadın'' / Emine Saraçoğlu
2003 ''Jigolo Cinayetleri'' / Mehmet Murat Somer
2003 ''Peygamber Cinayetleri'' / Mehmet Murat Somer
2003 ''Buse Cinayetleri'' / Mehmet Murat Somer
2003 ''Hergele Âşıklar'' / Niyazi Zorlu

Ona Selam Söyleyin

Sıkıca sarılmıştık, kopamıyorduk birbirimizden, çözemiyorduk ellerimizi ayrılmak istemiyorduk. Dakikalar aşkımıza inat edercesine hızla geçiyor buna engel olamıyorduk. Bir hava alanının tuvaletinde, pis kokular arasında gideriyorduk gelecekteki özlemlerimizi. Çünkü toplum bize ancak kuytu köşelerde sevişmeyi layık görüyordu. İçeri girmeye gelenlerin ayak sesleri bizim ayrılığımız oluyor, soluğumuzu kesiyordu.

Hayatımın adamı dakikalar sonra ayrılacaktı yanımdan, havalanacaktı gökyüzüne aylar sonra gelmek üzere. Belki de hiçbir zaman dönmemek üzere. Ölümcül bir hastalığın pençesindeki sevdiğim iyileşmeye gidiyordu ve hayat bana onun yanında olma fırsatı vermiyordu. Gitme diyesim geliyor git diyordum, iyileş ve gel daha demleyip yudumlayacağımız çaylar, konuşup atacağımız kahkalar var. Canımsın diyordum, aşkım, birtanem, bebeğim, erkeğim bu dünyadaki tutulacak dalım, ruh eşim. Geç bulduğum bu aşkı adı kanser denilen bir hastalıkla kurban etmemeliydim ama elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Bir zamanlar kalbime yerleşen kederin yerini şimdi çaresizlik almıştı. Tekrar o yalnız günlerdeki gibi ümit etmek düşüyordu bana.

Ağlamaktan kızarmış gözlerim kan çanağına dönmüştü. Moral verip "yapacaksın, başaracaksın sen nelere göğüs gerdin bunu da alt edeceksin" diyordum. Ben ağladıkça onun gözleri doluyor, kendini kasıyordu. O benden güçlüydü, "ağlama ne olur" diyordu, ben tamam dedikçe göz yaşlarım sözüme aldırış etmiyordu. Hapşırmak gibi durdurlamıyor, engellenmiyordu. Dakikalar sonra bu matemli havayı atmak için yalandan gülmeye, neşeli tavırlar sergilemeye başladım.

"Bana söz ver doktorlar ne diyor, ne istiyorsa yapacaksın. O umursamaz tavrını atıp yaşama bağlanacaksın. Ve beni her hatırladığında eline bir kağıt kalem alıp yaşadıklarını, duygularını yazacaksın. Onların hepsini senden dönünce alacağım tamam mı?" Söylediğim hiçbir şeye cevap vermiyor, kafasını sallıyordu bazen sessizce olur diyordu, yere bakarak. Utangaç bir çocuk gibiydi.

Uçuş anonsu ile gitme vakti geldi, yere diktiği bakışlarını bana çevirdi, elimden tutup o pis kokular içinden çıkararak herkesin içine soktu aşkımızı. Hep sakladığımız sevgimiz artık ulu orta yaşansın istiyor benim gibi ve ilk defa insanlar içinde elimi tutmuştu. Atılan bakışlara aldırmadan yürüyorduk. Bu sahne hiç bitmesin istiyordum.

Durdu, bana dönüp gitmesem olmaz mı dedi. Başımı iki yana sallayarak cevabımı netçe verdim.

"Peki" dedi, "senin için gidip o lanet hastalığı yenip tüm gücümle karşına geçeceğim, bekle beni." Tekrar gözlerim doldu titrek sesimle: "bak fırsat buldukça arayacaksın, tamam mı?"

Saatlerce ağlamamakta direnen gözleri akan ilk gözyaşlarını göstermişti sonunda. İnsanların bakışları döver gibiydi, rahatsız olukları her hallerinden belliydi. "Seni seviyorum" deyip son kez sarıldı ben de "seni..." dedim. Ve koşar adım uzaklaştı yanımdan. Gözden kaybolana dek izledim onu. Arkasını döner bakar dedim. Bakmadı. Bana düşen geleceği güne dek onu beklemekti çaresizce.
Onu bana hatırlatan her şey artık selam söyleyecekti ona. Her çocuk gülümsemesi, her kuş, her uçak. Eve gelip ağlarken hıçkıra hıçkıra selam olsun dedim ona.

Pencere kenarında oturmuştum, donuk gözlerle dışarıyı izliyordum, o anda gürültüyle çalan telefon sesiyle kendime geldim. Her seferinde çalan telefon bir telaş, bir korku bırakıyordu içime, yüreğim yerinden çıkıyor, beynim en kötü ihtimale çalışıyordu. Ya kötü bir haber için çalıyorsa diyordum kendi kendime, o dehşet çirkin zil ölüm marşı gibi geliyordu kulaklarıma. Bu sefer yorgundum her zamankinin aksine yavaşça ilerledim telefona, o yolun sonunda duyacaklarım korkutuyordu beni. Titreyen ellerim telefonun avizesini kaldırdı "alo"ya benzer bir ses çıkardım burdayım demek için. Karşımdaki ses Mert'e, sevgilime aitti.

Onu hava alanından uğurlamamın üzerinden 6 gün geçmişti ve ilk defa sesini duyuyordum. Ailesi ilişkimizi biliyordu bu yüzden onların yanındayken beni aramasına mani oluyorlardı. Babasının o nefret dolu bakışları hala gözlerimin önünde, annesinin ise hüzünlü yüzünü unutamıyorum. Anlıyordum onu, o bir anneydi ve Mert onun tek çocuğuydu, o da diğer anneler gibi oğlunun bir kızla evlenip torununu kucaklamak istiyordu. Onlara göre oğullarını yoldan çıkaran benmişim, bu sapıkça tavrı benim yüzümdenmiş. Benden nefret ediyorlardı ama ben onları çok seviyordum, çünkü onlar Mert'i dünyaya getiren varlıklardı, kutsaldılar gözümde, çok değerliydiler. Ankara'dan Mert'in aile ve akrabaları yüzünden taşınmıştık gelmeyi hiç düşünmediğim bu doğu topraklarına.

"Canım nasılsın, seni çok özledim."

"Ben de seni özledim gözümde tütüyorsun. Neden aramadın günlerdir bir haber bekliyordum. Çalan her telefona korkuyla cevap veriyorum."

"Biliyorsun bir tanem bizimkileri, aratmıyorlar bir saniye olsun yanımdan ayrılmıyorlar, cep telefonumu dahi aldılar elimden, çok güçsüzüm öylece yatıyorum, onlara bu halimle yetecek gücüm yok. Bir an olsun aklımdan çıkmıyorsun. Telefonu çaldım, tuvaletten arıyorum, -kendi kendime gülerek- aşk yuvamızdan. Nasılsın, bensiz iyi geçiyor mu günlerin? Gitti kurtuldu, rahat ettim diyorsundur..."

"Saçmalama, yemek bile yiyemez oldum. Ne oldu ,ne yapıyor diye düşünüyorum an ve an. Ah şu ailen sırf sen üzülme diye, orada kavga, gürültü olmasın diye gelmedim. Ama en azından telefon etmene müsade etseler. Neyse beni boşver sen, ben iyiyim, seni düşünmekle geçiyorum günlerimi, sen nasılsın? Biraz daha iyisin ya."

"İyi değilim çünkü seni göremiyor, elini tutamıyorum. Sürekli yatıyorum, tedaviye başlandı umarım iyi sonuç verir. Yaşamayı bir senin için arzuluyorum. Ha bir de artık beni beğenmeyceksin çünkü saçlarımı kesip kel bıraktılar beni."

"O nasıl söz ben seni her halinle severim biliyorsun. Ben o kel kafana kurban olurum. Moralini bozma her şey güzel olacak, iyileşeceksin.Eskisi gibi gögüs gereceğiz her şeye, özellikle de ailene. Koruyacağız aşkımızı her yasaktan, engel tanımayacağız yine."

"Bak yine telefonla konuşuyormuş, bırak o telefonu elinden."

"Bırak baba ben çocuk degilim. Ali yardım et bana!"

"Bırak dedim sana."

"Gidin başımdan bırakın beni."

Düt Düt Düt......

Harun (GayGaye.com)

Mariano Vivanco

www.marianovivanco.com

Bennu Gerede

www.bennugerede.com

Knotan


www.knotan.com

Jens Boldt





















www.jens-boldt.com

GUS Magazine


















www.gusmag.com